SİYASET
Batı Hayranlığı Azalıyor ama...
Son zamanlarda bu düzen hakkında hızlı bir ideolojik kayma yaşanmaktadır. Batının uyguladığı politikaların her zamankinden daha sık tartışma konusu haline geldiği muhakkaktır.
Ifeluwa Siddiq Oyelami
Sömürgecilik faaliyetleri ve dünya savaşları, mevcut dünya düzeninin şekillenmesinde oldukça etkin faktörler olmuştur. Bu yaşananların sonucunda ise başta İslam dünyası olmak üzere dünya Batılı güçlerin eline bırakılmıştır. Batılı güçler, sınırlarımızı şekillendirmiş olmalarının yanı sıra farklı derecelerde dış ve iç politikalarımıza müdahale edebilir hale gelmişlerdir. Bu yeni sömürgecilik biçimi beraberinde insanlık tarihinde görülmemiş vahşilikleri de getirmiştir. Fakat bu Batılı güçlerin bir zamanlar sahip oldukları meşruiyet yavaş yavaş ellerinden gidiyor. Tabir caizse uyuyanlar artık uyanmaya başlıyor.
Batı neo-emperyalizmin en büyük etmenlerinden biri Batı istisnacılığıdır. Bu anlayış, Batı'nın doğası gereği diğerlerinden farklı olduğu inancına dayanmaktadır. Batılı güçler bu düşünceyi yaymak amacıyla farklı birçok yolu kullanılmaya devam etmektedir. Diğer taraftan ise Batılı güçler, mali ve askeri yardımlarla hükümetler arasındaki meşruiyetini de arttırmaya çalışmaktadır. Bununla birlikte son zamanlarda bu düzen hakkında hızlı bir ideolojik kayma yaşanmaktadır. Batının uyguladığı politikaların her zamankinden daha sık tartışma konusu haline geldiği muhakkaktır.
Geçen ay Filistin’de yaşanan olaylar esnasında ve olayların ardından küresel düzeyde Batı istisnacılığı düşüncesinin düşüşe geçtiği gözlemlenmektedir. Din, ırk, mezhep fark etmeksizin dünyanın farklı ülkelerinden insanlar, Batı destekli İsrail'in eylemlerine karşı Filistinlilerin yanında yer aldı. Bu yaşananlar vahşete son vermek için yeterli olmasa da Batı güçlere karşı büyük bir bakış açısı değişimine vesile oldu. Böylece, artık daha fazla insan Batı dünyanın barış politikalarını sorgular hale geldi.
Batının dünyadaki rolünün ne olduğu tartışmaları sürerken yabancı ülkelerde sömürge uğruna işledikleri bazı vahşetleri "tesadüfen" kabul edildi. 27 Mayıs'ta Ruanda'yı ziyaret eden Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ülkesinin 1994 Ruanda soykırımındaki sorumluluğunu kabul etti. Söz konusu soykırım, Ruanda ile Fransa’nın arasını bayağı açtı. Hatta Ruanda eğitimde Fransızcayı bırakıp İngilizceyi benimsedi.
Macron’un itirafından birkaç gün önce de Alman hükümeti de Nambiya’da soykırım işlediğini resmen kabul etti ve ülkeye 1,1 milyar Euro'dan fazla mali yardım yapacağını açıkladı. Tabii ki bunlar, Avrupa ülkelerinin Afrika’da işledikleri vahşetlerden sadece birkaçıdır. İtiraf edilmesi gereken birçok soykırım ve vahşet ise sırasını beklemektedir.
Aynı Batılı güçler bugün ahlak polisi kılığına bürünmüş durumdadır. Nitekim Batılı güçlerin tövbe etmeleri söz konusu değildir. Bu blok kendini hoşgörülü ve barışsever olarak satmaya çalışsa da çifte standart sergilediği gün gibi ortadadır. Dolayısıyla Batılı sömürgeciler her türlü ahlaki kavramı kendi menfaatlerine gelecek şekilde anlamakta ve kullanmaktadır.
Bu bloğun öncüsü denilebilecek Amerika Birleşik Devletleri, dünyanın dört bir yanına konuşlanmış ordusuyla emperyalistçe hareketlerine devam etmektedir. İnsanları bombalamakta ve rakip ülkelerin vatandaşlarını yaptırımlarla aç bırakmaktadır. Bütün vahşi eylemlerinden sonra ise her türlü imkânlarını kullanarak kendisini haklı çıkarmaya çalışmaktadır. Kaos yaratmak için darbe ve terör gruplarını bütün gücüyle desteklemeye devam etmektedir.
Bu ülkelerin kirli işlerinden daha endişe verici olan şey ise küresel barış masasındaki yerlerini nasıl koruduklarıdır. Bu vahşiler tövbe edip yeni bir sayfa mı açtılar? Tabii ki hayır. Hala dünya çapında ilenen insanlık suçlarında bunların elleri var. Bunlar İncil'deki "ilk taşı günahsız olan atsın" sözünü unutmuş olsalar gerek.
Bu sömürgeciler, akademi, ekonomi ve medya gibi her türlü yumuşak gücü kullanarak vahşetlerini örtbas etmeye ve kendilerini insan haklarının tavizsiz savunucuları olarak pazarlamaya devam etmektedirler. Elbette ülkelerindeki yüksek insan haklar endeksini inkâr etmiyoruz. Ancak soru şu ki, bunu başkalarının topraklarında ne kadar uyguluyorlar? Çünkü Müslüman dünyasında veya başka bir yerde insan haklarını umursadıklarını düşünmek tamamen saflıktır.
Birçok ülke halen belirsizlikler içinde yaşamaya devam ediyor. Batı düzenine ve onun Amerika desteğine olan güven oldukça azaldı. Şimdi bu kirli dünya düzenine alternatif olabilecek yeni bir dünya inşa etmenin tam zamanıdır. Bunun ilk şartı ise Müslüman ülkelerin hakça bir düzen üzerinde birleşmeleridir. Müslüman dünyasında barışı sağlamak için ise samimi arabuluculuklar oluşturulmalıdır.
Batılı birçok hükümet koyup koruduğu sürece Batı istisnacılığı düşüncesi resmen ortadan kaldırmak oldukça zor olacaktır. Çünkü Batı dünyasının elinde bulundurduğu ekonomik, siyasi ve medya gibi güçlerle bu düşünce dünya insanlarına empoze edilecektir. Bu yüzden Müslümanlar bireysel çıkarları rafa kaldırmalı, ortak değerleri ve hedefleri ilerlemenin temeli kabul ederek işe başlamalıdır. Müslüman ülkelerin liderleri, halkın çıkarlarını kişisel çıkarlardan üstün tutmalıdır. Aksi takdirde tarihin her döneminde olduğu gibi böl-yönet sistemi devam edecektir. Bu yüzden İslam dünyasında eğitimden ekonomiye, siyasetten medyaya varıncaya kadar hayatın bütün alanlarını kapsayan sistematik bir dayanışma programı masaya yatırılmalıdır.
Henüz yorum yapılmamış.