Sosyal Medya

ANASAYFA

UZAK DENİZLERİN AŞKI

“Ölümsüzlük Hadisi” dediğim Hz. Muhammed (SAV)’in bir sözünde. “İnsan ölünce amel defteri kapanır. Ancak üç şekilde amel defteri açık kalır. Bunlar, sadaka-i cariye (eser bırakmak), kendisinden başkalarının faydalandığı ilim sahibi olmak ve Salih evlat yetiştirmek

 
Kemal TEKDEN

“Hızır kimdir”?
 
“Kim, sizin ölü ruhunuzu diriltiyorsa, işte Hızır odur.”

Batılı bir yazarın şu sözü beni oldukça düşündürmüştü. “Modern insanlar anahtar koleksiyoncusu gibidir. Nice anahtarları vardır, ama onların hangi kapıyı açacaklarını bilmezler.” Gerçekten de bugünkü eğitim anlayışında insan adeta birer “bilgi hamalı” yapılır, kişi öğrendiği bilginin hayatına faydası var mı, yok mu veya hangi bilgiyi nerede kullanabileceğini bilmez. Sadece kuru kuruya verilen bilgi ise insanı tatmin ederiz.

John Hopkins Üniversitesinde 7948 öğrenci üzerinde yapılan bir araştırmada, gençlere hayatlarında neyin önemli olduğu sorulmuş. Öğrencilerin yaklaşık %16’sı “çok para kazanmak” derken %78’i ise hayatlarında bir “amaç ve anlam” bulmak olduğunu ve bunun kendilerinde en büyük eksiklik olduğunu ifade etmişler. Aynı anket Fransa’da da yapılmış, oradaki sonuçta ise %89 öğrenci “uğruna yaşayabilecekleri ve hatta onun için ölebilecekleri bir idealde” sahibi olmak istediklerini söylemişler. Ben bu eksikliği hissetmelerinin bile mükemmel olduğunu düşünüyorum. Çünkü geleceğe olan inancın kaybolmaması için, insanın bu ideal tutkusu olmazsa olmaz. Oysa bu üniversiteler bilgi ve eğitim açısından dünyanın önde gelenleri arasındadır. Ne eğitim alırsa alsın, gerçekte hayattan bir beklentisi ve gayesi olmayan bir insan, niçin yaşadığına anlam veremediği gibi, kendisini motive edecek bir güç de bulamaz. Son zamanlarda görüyoruz ki, insanlar pek çok araca sahip oluyorlar fakat amaçları yok.

Yapılan bazı araştırmalarda, özellikle 2000’li yıllarda doğan ve Z nesil diye adlandırılan kuşağın, en karamsar ve mutsuz nesil olduğu söylenmektedir. Bunun sebebinin ise, ciddi odaklanma ve süreklilik sorunu olmakla birlikte, dini hassasiyetlerinin eksikliği ve dolaysıyla hayata dair beklenti ve gayelerinin belirsiz olması diye açıklanmaktadır. Böyleleri, “Ne akar ne kokar.” tipler olurlar. Böyle olunca da, “Rotası olmayan bir geminin yelkenlerini şişirecek bir rüzgar bulmak mümkün olmayacaktır.” Zaten nereye gideceğini bilmeyen bir insanın hangi araca bindiğinin de önemli yoktur.

Bu konuda fikir sahibi herkesin ortak kanaati, hayata dair ideallerin insana yaşama azami verdiği, onu daima dinamik tuttuğu ve hayat mücadelesinde güçlü kıldığı yönünedir. Aynı zamanda idealler, insanları yücelttir ve güçlendirir, hayatlarına anlam katar. Dolaysıyla insanlar idealleri oranında kıymetlidirler. W. Irwing “büyük insanların ideal, küçük insanların ise hevesleri vardır.” diyor. Heves şahsı ve nefsanidir. Sadece kendi heves ve arzularını tatmin için uğraşan insan başkalarının beğenisini değil, belki tepkisini alır. Oysa insanlar başkalarına hizmeti oranında değerlidir ve sevilir. Bu hizmet arzusu ise ideal içinde değerlendirilmelidir.

İdealler manevi dinamiklerdir aynı zamanda, sahiplerini dayanıklı ve mukavim yapar. Avusturyalı psikiyatr ve yazar Victor Frankl, “İnsanın Anlam Arayışı” adlı kitabında kendi hayatını ve mücadelesini anlatmaktadır. Nazi kamplarına düşmüş, elindeki yazmakta olduğu kitap askerler tarafından yırtılıp çöpe atılmıştır. O kitabı mutlaka yeniden yazması gerektiğini düşünerek, bunu hayatını ideali haline getirmiştir. Kamplarda şartlar çok kötüdür ve adeta insanların yaşamaması üzerine kurgulanmıştır. İşkencenin ve kötü muamelenin haddi, hududu yoktur. Yıllar içinde mahkumiyete birlikte başladığı insanların yaklaşık %95’i ölmüş, sonuçta kendisi o kamplardan kurtulan çok az insan arasına girmiştir. Yaşama direncinin sebebinin kafasındaki kitabı yazıp bitirme ideali olduğunu anlatmaktadır.

 Eğitimde de ideal sahibi olan gençlerin hiçbir zorlanmaya gerek duymadan belli konularda müthiş bir dinamizm sahibi oldukları bilinmektedir. İdealin temelinde onları adeta ateşleyici bir faktör olarak aşık yatar. Bir yazarın şu sözü beni çok etkilenmektedir. “Siz gençlere gemi yapmayı öğretmeyin, onlara uzak denizlerin aşkını verin, onlar donanma yaparlar.” Bunu pek çok gençte gözlemledim.  O aşk idealdir, ülküdür. Çok arifane bir atalar sözümüz var: “Aşk olmadan meşk olmaz” diye. Meşk öğrenme demektir. Dolaysıyla öğretmenin de, öğrenmenin de temelinde aşk olmalıdır. O aşkı alan kişi, artık sizin zorlamanıza ve yönlendirmenize gerek duymadan öğrenmesi gereken her şeyi büyük bir heyecanla öğrenir, aynı zamanda öğrendiği bilgiyi de kullanılır hale getirir, yani hayata geçirir.

 İdealin verdiği aşkla insanlığına hizmet etmek ise “İBADET” sayılır. Ahmet Hamdi Tanpınar “Müslüman sanatçı, inşa etmez, ibadet eder.” derken bunu kast etmektedir. Mesela Koca Sinan, o muhteşem eserleri yaparken ibadet şuuru ile yapmıştır. Bu bakış açısına göre; Süleymaniye ve Selimiye onun ideali ve ibadetidir.

 Bir ilim insanı, bilimini Allah rızasını gözeterek insana hizmet aşkıyla yapıyorsa, onun bütün çalışmaları da ibadet kabul edilir. Buradan hareketle bir hekim hastasına aynı düşünceyle yaklaşıyorsa, bir öğretmen öğrencisini bu anlayışla kucaklıyorsa yaptığı iş ibadet hükümlündedir.  “24 saat ibadet ederek yaşamak” budur. Nurettin Topçu bu sebeple “Öğretmen idealin ustasıdır.” diyor. Böyle usta bir eğitimci nice gençleri ateşleyecek ve onların insanlığın önünü açacak bilge şahsiyetler olarak yetişmesine vesile olacaktır. Böyle bir çalışma insanın hem kendisini, hem de muhataplarını mutlu eder. Felsefeye âşık olduğunu söyleyen bir felsefe öğretmeni şöyle diyor: “Ben çok sevdiğim bir alanda öğretmenlik yapıyorum. Üstelik bir de bana maaş veriyorlar.” Aşk ve ibadet düşüncesiyle yapılan her iş insanlığın ufkunu açar. Gözlemlerime göre; insanlığın önünü açan bütün büyük insanlar da bu aşka, idealizme ve dâvaya sahiptiler.

 Çocuklara bu aşkla verilen millî, dinî, insanî ideallerin onları nasıl heyecana kavuşturup hamleler yaptırdığına tarih sık sık şahit olmuştur. Bu tür bir ideale sahip olanların zihinleri başkaları tarafından yönetilmez. Onlar bağımsız ve özgür kalabilen kişilerdir. Bu yüzden dünyaya şekil vermek isteyen emperyalistler tarafından asla sevilmezler, fakat onlar gerçekte ülkelerinin en önemli şahsiyetleridir. Girişimci gençlerin, ideal sahibi olduklarında yorulmadan çalıştıklarını gözlüyor ve bu yüzden bu konuda ısrarcı oluyorum.

 Hastanelerimiz ve okullarımızdaki yoğun işlerim arasında vakıf çalışmaları ve konferanslar için sıklıkla farklı şehirlere gidip geldiğim için bana soruyorlar, “Niçin bu kadar koşturuyorsun?” diye. “Ben de Birileri, içime sanki DİNAMO takmış, ben biraz yavaşlayacak olsam o beni yeniden harekete geçiriyor.” Diye cevap veriyorum. Evet, bendeki o dinamo ideallerimdir. Benim bu durumumu şair (Mehmet Çınarlı) ne güzel tarif ediyor:
 “Uçuyor altımdaki küheylan, ne kadar dizginlesem duracak değil.”
 Kısa hayatımda ülkem ve inançlarım adına yapmam gereken çok şey olduğunu düşünüyorum. Bu dinamoyu içime takanlara ne kadar dua etsem azdır. Benim hayatıma müthiş bir anlam katmışlar.

 Bazı fikir adamları dava için yaşamanın, onun uğruna ölmekten daha zor olduğunu söylemektedir. Bu zorluğu ben de fark etmekle birlikte idealin temelindeki aşk ve heyecanın onu gerçekleştirme çabası içinde yorgunluğumu unutturup bana mutluluk verdiğini de itiraf etmeliyim. İdeallerin şahsî ve dünyevî menfaatlerle alakası yoktur. Bu yüzden, yüce bir ideal uğrunda karınca misali kaybetmeyi bile galibiyet olarak görmek gerekir. Çünkü bu uğurda mağlubiyet bile zaferdir. Dolayısıyla gençlere bu dinamodan taktırmalarının hayatlarına anlam kazanmaları açısından ne derece önemli olduğunu anlatmaya çalışıyorum. İdealler, aklın önünü açar, ideal olmayınca akıl geçici heveslerle uğraşır durur. Dolayısıyla ideal bizlere hayatımızın ne kadar önemli olduğunu hissettirmektedir.
 
ALİYA’NIN ADALETİ
 
Bosna’nın “Bilge Kral” olarak adlandırılan eski Devlet Başkanı Aliya İzzetbegoviç, mücadeleye 6 kişi olarak başlamış, savaşın bitimine doğru 120 bin kişilik bir orduya ulaşmıştı. Ordusunda Hristiyan askerler de vardı. Bir Korgenerali, Hristiyan bir albaya hakaret etmiş; dini terminoloji kullanarak. Albay şikâyette bulunmuş. Şikâyet üzerinde Aliya mahkeme kurulmasını istemiş. Demişler ki,
- “Henüz savaş halindeyiz. Korgeneral bu… Askerler arasında sıkıntı çıkabilir.”
Aliya; “Eğer adaletten vazgeçeceksek, savaşı kaybedelim; biz ne uğurda ne için savaşıyoruz…” diye cevap vermiş. Bizim en büyük meselemize de böylece parmak basmış Aliya. HZ. Ali’de “Uğruna savaştığımız değerleri ihmal ederek kazanılan zaferin hiçbir anamı yoktur.” demiş.
 
Bu kadar sözden sonra bana “Senin idealin de ne?” diye sorarsanız, idealimin “Ölümsüzlük” olduğunu söyleyebilirim. “Ölümsüzlüğün sırrını buldum ve onun için yaşıyorum” diye iddia edebilirim. Benim çok önemsediğim ve “Ölümsüzlük Hadisi” dediğim Hz. Muhammed (SAV)’in bir sözünde. “İnsan ölünce amel defteri kapanır. Ancak üç şekilde amel defteri açık kalır. Bunlar, sadaka-i cariye (eser bırakmak), kendisinden başkalarının faydalandığı ilim sahibi olmak ve Salih evlat yetiştirmek.” (Müslim, Vasiyyet 14; Ebu Davut, Vasaya 14; Tirmizi, Ahkam 36) Bu üçüne de talip olduğumu söylemek isterim. Yani bunlara sahipse insan ölse dahi, sanki yaşıyor gibi kazanç içinde olur. Bu hadiste geçen eser ve ilim konusu malum… Salih evlat konusuna gelince, bana göre bu sadece evdeki evlatla sınırlı değildir. Gücü ve yetkisi oranında bu evlatların sayısı değişir. 

1 Yorum

  1. Osman Efe

    Eylül 28, 2021 Salı 21:31

    "HZ. Ali’de “Uğruna savaştığımız değerleri ihmal ederek kazanılan zaferin hiçbir anlamı yoktur." Durumu özetleyen en güzel söz buydu gerçekten.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.