Sosyal Medya

SOSYAL-KÜLTÜR

MÜSLÜMANLAR BİN YIL ÖNCE RUSYA HAKKINDA NELER YAZDILAR?

Batıda Balkanlar, Orta Avrupa’da Slav halkları, Kafkasya’da Hazarlar, Güneyde Türk, Arap ve İranlı Müslümanlar Rusya’nın bu bencil ve saldırgan politikalarının defalarca hedefi olmuşlardır.

Muhammed Abdulhamid


Bugünlerde medyada 24 saat boyunca Rusya’nın tarihinin ve güvenliğinin bir parçası olarak gördüğü Ukrayna'ya saldırılar düzenlediği haberleri yer almaktadır. Yaşanan savaş dünya gündeminin birinci sırasını işgal etmektedir. Olayın temelinde Ukrayna’nın NATO üyeliği meselesi ve Rusya’nın bu durumu kendisine bir tehdit olarak algılaması yatmaktadır. Nitekim Rusya, Ukrayna’nın NATO üyeliğini hiçbir koşul altında kabul etmeyecek gibi gözükmektedir. Bu kanlı ve bir o kadar da barbar senaryo; Suriye, Libya, Kırım, Güney Osetya, Abhazya, Çeçenistan ve Dağıstan gibi farklı coğrafyalarda birçok kez oynanmıştır. Bu acımasız senaryonun sonu, her seferinde Rus makinelerinin ortalığı kan ve gözyaşına mahkûm ettiği üzücü sahne ile bitmiştir.
Rusya, eski imparatorluğun ihtişamını yeniden elde etme amacındadır. Bu yüzden çevresindeki ülkelere tarihin eski dönemlerinde de birçok kez saldırgan bir politika izlemiştir. Batıda Balkanlar, Orta Avrupa’da Slav halkları, Kafkasya’da Hazarlar, Güneyde Türk, Arap ve İranlı Müslümanlar Rusya’nın bu bencil ve saldırgan politikalarının defalarca hedefi olmuşlardır.
 
Putperestlik ve Barbarlık

Ruslar, MS 10. yüzyılın sonunda Ortodoks Hıristiyanlığa girdikleri döneme gelinceye kadar, pagan evresindeki erken tarihleri hakkında pek bir şey yazmadılar. Ruslar bu dönemde cinayetle, kanla, ceset parçalarıyla yaşayan bir toplumdu. Bu toplumda din ve medeniyetin yeri yoktu. Okuma bilmiyorlardı ve herhangi bir kültüre sahip değillerdi. Rusların tarihlerinden ciddi anlamda ilk kez bahseden kişiler Abbasi Devleti’nin altın çağını yaşadığı dönemde eser veren Müslüman ilim adamlarıdır. Rus tarihi hakkında bilgi sahibi olmak için Müslüman tarihçilerin ve coğrafyacılarının aktardığı bilgilere göz atmanın faydalı olacağını düşünüyoruz.
 
Uzman coğrafyacı İbn Havkal (ö. 295) "Ṣûretü'l-arż” adlı ansiklopedisinde, Rusların kendi aralarında yaşayan Bulgarların ve Atel Nehri'ndeki (Volga) Saqalba'nın (Slav halklarının) katilleri olduğunu aktarmakta ve aynı zamanda onların kürk ticareti yapan bir millet olduğunu ifade etmektedir.   Rus devletinin başlangıcına ilişkin Arap kaynaklarının verdiği bilgilerin Rusya’nın tarihini anlatan eski Rus eserlerinde ön plana çıkması dikkat çekicidir.  Gerçekten de bu kaynaklar yazılı Rus tarihlerinin hepsinin önüne geçmektedir. Rus tarihçilerinin ve oryantalistlerinin önde gelen alimi Ignatius Krachkovsky, ansiklopedik kitabı "Arap Coğrafya Edebiyatı Tarihi"nde bu durumun doğruluğunu kabul etmektedir. Krachkovsky, MS 311 / MS 922 yıllarında Rusya'yı ziyaret eden Abbasi Halifesi hukukçu, büyükelçi ve maceracı Ahmed bin Fadlan bin Hammad'ın elçisinin giriştiği etkileyici yolculuğu övmektedir. Bu durum İbn Fadlan’ın aktardığı bilgilerin olabildiğince doğru ve tarafsız olduğunun en açık delillerindendir.

İbn Fadlan, Rus toplumunun yaklaşık bin yıl önce cehaletin, geri kalmışlığın ve putperestliğin karanlığında yaşadığını gözler önüne sermektedir. İbn Fadlan şöyle diyor: “Etl (Volga) nehrine inen ve ticaret yapan Rusları gördüm. Onların kırmızımsı- kahverengi palmiyeler gibi vücutları vardı. Bu şekilde kusursuz bir bedene sahip olan başka birilerini görmedim. Adamlar, iki yanından birini örten bir elbise giyiyor ve bir elini o elbiseden dışarı çıkarıyorlardı. Her birinin elinde bir baltası, bir kılıcı ve yanından ayırmadığı bir bıçağı vardı. Vücutlarında dövmelere vardı ve dövme yaptırmaktan hoşlandıklarını söylüyorlardı.

Gerçek şu ki İbn Fadlan Rusların yanında kendisini rahat hissetmedi ve bu yüzden Ruslara sert eleştiriler yöneltti. Başta temizliğe, ahlaka ve tevazua karşı ilgisizlikleri olmak üzere birçok nedenden dolayı Rus toplumu ile alakalı şu ifadeleri kullandı: “(Rusların) yüzlerini ve başlarını her gün olabilecek en pis su ile yıkamaları gerekir. Çünkü her sabah elinde büyük bir su tası ile bir cariye efendisinin yanına gelir. Efendisi orada ellerini, yüzünü ve saçını yıkar. Sonra suyun içine tükürür. Aynı suyu cariyesi de alır onun yanında aynı işleri aynı kirli su ile yapar.” 
 
İbn Fadlan eserinde Ruslarla ilgili olarak “Ruslar ahşaptan evler yaparlardı ve bu evlerde en az 10-20 kişi yaşardı. Bu kişilerin yanında satılık cariyeleri de bulunurdu. Herhangi bir utanma olmaksızın bu cariyelerin hepsinin bir yatağı olurdu ve bunlar kendi aralarında karışık bir şekilde yatarlardı. Evlerde dikkat çeken bir diğer husus da ahşap resimlerden yapılmış pagan putlardır. Ticaretleri ve satışları kolaylaşsın diye bu putlara adaklar ve hediyeler sunarlar. Ölen bir kişi ile birlikte ölmeye gönüllü olan cariyesini getirirler, bir gemi hazırlarlar ve onları nehirlerin birinde yakarlardı.” Gibi birtakım bilgiler de aktarmaktadır.
 
Kanlı Ruslar

Rusların Müslüman dünyasını bakışı pagan döneminden sonraki yüzyıllarda da değişmemiştir. Adı bilinmeyen Müslüman bir coğrafyacının "Doğudan Fas'a Dünyanın Sınırları" adlı kitabında, Rusya hakkında şu ifadeleri kullandığını görüyoruz: "Rusya, kötü huylu ve kötü mizaçlı, isyancı dolandırıcılarla ve etrafındaki tüm kafirlerle savaşan, verdiği askeri mücadeleleri kazanan büyük bir ülke. Krallarına Ruslara ihanet etmeleri söylendi.  Onların ülkesi bolluk içinde bir coğrafyaya kurulmuş. Bu kavim doktorları olağanüstü derecede yüceltiyor."  

MS dokuzuncu ve onuncu yüzyıllarda, coğrafi ve tarihi kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre Rusların nüfusu arttı. Bu dönemde Ruslar tek bir halk değildi. Rus nüfusunu Rus, Slav, Fin ve diğer ırklar oluşturuyordu. Bu durum esasında Rusların tarih boyunca bir “ulus-devlet” olamadıklarını ortaya koymaktadır.
 
Coğrafyacı el-Bekri ve ondan önce gelen diğer Müslüman coğrafyacılar, Rusların MS 4. yüzyıl / MS 10. yüzyıl arasında yaklaşık yüz bin kişi olarak yaşadıklarını söylüyor. Ruslar bu dönemde gemiler sayesinde Slav ülkelerini (Batı Balkanlar, Orta ve Kuzey Avrupa'nın Slavları) işgal etmiştir. Belkarlar (Bulgarlar) Ruslara tabidir ve onlarla anlaşma içerisindedir. Rusların kılıçları dışında hiçbir gelirleri yoktur. Rusların aslında üç sınıf olduğu söylenir: Birinci sınıf, Kuyaba şehrine inmiştir. (Kiev bugün Ukrayna'nın başkentidir ve geçmişte Rusların başkentiydi.) Balkarlardan (Bulgarlar) Ruslara daha yakın bir topluluktur. İkinci sınıf Rusların Slav dedikleri başka bir topluluktur. Ashan adıyla bilinen topluluktan müteşekkildir. 
 
Önde gelen coğrafyacılardan biri olan Yakut el-Hamavi, onları MS 13. yüzyılın başında şöyle tanımlamıştır: "Gece gündüz pervasızca belki de ölünceye kadar şarap içerler. İçlerinden biri ölürse ölen kişinin cariyelerine ve hizmetçilerine: “Onunla birlikte kim ölür?” diye sorulur.
Bu bilgiler ışığında bir değerlendirme yaptığımızda Rusların savaşçı, hissiz ve tereddütsüz bir kavim olarak tanındığını söyleyebiliriz.
İslami tarihi kaynaklar, Rusların Kuzey Karadeniz'deki ülkeler, Avrupa’nın putperest ülkeleri, Güney Kafkasya ve Kuzey İran'daki Müslümanlar başta olmak üzere birçok kavim ve topluluğa karşı saldırgan ve yayılmacı bir politika sergilediğini açıkça ortaya koymaktadır.

Er-Ravzü'l-Mi'tar fi Haberi'l-Aktar adlı tarihinde Taberi; Rusların, Azerbaycan ve Kuzey İran'a yönelik saldırılarının birçoğunu aktarmıştır.
İslam kaynakları ilk hicri yüzyıllarda Güney Kafkasya için "Ruslar buralarda çok kan döktüler. Kadınlar ve çocukların namuslarına el sürüldü, servetler yağmalandı, baskınlar yapıldı ve evler yakıldı. Hazar Denizi etrafındaki milletler bu yapılanlardan dolayı ayaklandı.
Rus saldırıları Hazar Denizi'nde merhametsizce devam etti, ta ki Kafkasya'daki Hazar Yahudi krallığındaki Müslümanlar M.S. 4/10. yy. içinde bu krallıkta çoğunluğu elde edinceye kadar. Coğrafyacı Ebu Ubeyd el-Bekri diyor ki: "Müslümanlar yaklaşık on beş bin atlı kişi idiler. Üç gün boyunca aralarında savaş çıktı ve Allah Müslümanların kılıçlarına yardım etti ve bu kanlı savaşın içerisinde boğulmaktan onları alıp onlara zafer nasip etti. Hazar Nehri kıyısında yaklaşık 30.000 kişi öldürüldü ve o yıl Ruslar bir daha geri gelmedi."
 
Hristiyanlığa Girmek ve İslam'la Yüzleşmek
 
Rusların putperestliği çok uzun sürmedi. MS 10. yüzyılın sonunda Hıristiyanlığa girmeye ikna oldular ve Bizans İmparatoru ve rahiplerinin elçilerini takdir ve kabul karşıladılar. O tarihten itibaren Ortodoks Hristiyanlığına sıkıca bağlandılar.
Çarpıcı olan nokta şudur ki Ruslar, Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra Müslümanlara düşmanlık noktasında Bizans ile sürekli bir iş birliği içerisinde olmuşlar ve Müslümanlarla savaşmışlardır.

İslam tarihindeki bu savaşların belki de en ünlüsü olan 463/1071’de Büyük Selçuklu İmparatorluğu komutanı Sultan Mücahid Alp Arslan ile yanında tam 200 bin asker bulunan Bizans İmparatoru IV. Romanos arasında geçen Malazgirt Meydan Savaşı’dır.Bu savaşta Ruslar Bizans tarafında yer almışlardır. Allah, bu savaşı Müslümanların kazanmasını istedi ve bunun ardından Anadolu’nun fethi gerçekleşti. Dört asır sonra da Osmanlıların İstanbul’u fethi gerçekleşti.
 
Bizans ile yapılan savaşlarda -özellikle Malazgirt Meydan Muharebesi- Doğu Anadolu'daki Müslüman karışımı halk ve Kürt ahalisi Selçuklarının saflarına katıldı. Ünlü Tarihçi Osman Turan gibi bazı Türk tarihçileri bu bölgelerden Selçuklu saflarına katılan Kürtlerin sayısının 20.000 olduğu tahmin etmektedirler.
 
Bizans tarafında yer alan Ruslar ise, -Ortodoks inancının bir gereği olarak- Bizans saflarında savaşmaya yürekten ikna olmuşlardır. Hicrî yedinci yüzyıl tarihçilerinden Kemaleddin İbnü'l-Adim, ünlü “Buġyetü’ṭ-ṭaleb fî târîḫi Ḥaleb” adlı tarihi eserinde şöyle anlatır:
Alpaslan Anadolu’ya gelişinde öncü kuvvetler gönderdi. Hallat bölgesinde Büyük sancaklı Haçlılar ile karşılaştı. Bu sancağın altında Rumların arasında Ruslardan on bin kişi bulunmaktaydı. Nihayetinde savaş burada başladı. Allah Müslümanlara zafer nasip etti. Haçlıların ise yenilmesine hükmetti. Haçlıların ordusundan esirler alındı. Hallat ve Malazgirt arasında Zehra denilen bir yerde 5 Zilkade çarşamba günü Bizans İmparatoru ele geçirildi. Alpaslan 15 bin kişi idi, haçlılar 200 bin kişi idi. 
 
Bu önemli tarihsel metin, Rusların Bizans Devleti’ni ve Anadolu topraklarını ne ölçüde savunduklarını, Hıristiyanlığa geçtikten dini, kültürel ve askeri stratejilerinin bir parçası olarak Müslüman karşıtlığını benimsediklerini ortaya koymaktadır.
Tarihi tecrübelerden yola çıkarak bir değerlendirme yapmak istersek Rusların her zaman ve zeminde dinci reflekslerle hareket ettiğini, samimi anlamda İslam düşmanlığı yaptıklarını ve Müslümanlarla savaşan her türlü yapıyı bütün güçleriyle desteklemeye oldukça istekli olduklarını söyleyebiliriz.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.