SOSYAL-KÜLTÜR
MODERN HAYATTA NEBEVİ MÜCADELE Kitap Tahlili
Peygamberimiz bize “üsvetün hasene” yani en güzel örnek kılınmış, o zaman onun hayatına olabildiğince yakın bir hayatı yaşamaya gayret etmemiz lazım
Mahmut Toptaş 1947 yılında Karaman'da dünyaya gelmiştir. Yazarlığının yanı sıra din adamı, vaiz ve yayıncıdır. Mahmut Toptaş Türk edebiyatına, Arapça araştırma yazıları, inceleme ve başvuru kitapları konularında birçok eserler vermiştir. Bu yazıda Mahmut Toptaş hocanın kaleme aldığı “Modern Hayatta Nebevi Mücadele” adlı eserinin tahlilini yapmaya çalışacağız.
Bu eser yedi bölümden oluşuyor ve isminden de anlaşıldığı üzere peygamber efendimizin(s.a.v) bizzat yaşayarak göstermiş olduğu kuranın yolunu, günümüzün durumu ve sıkıntılarını göz önünde bulundurarak müslümanların nasıl yaşaması ve uygulaması gerektiğini anlatıyor. Kitap, iman edip amel etmeyenin durumunu nişanlanıp da evlenmeyenin durumuna benzetiyor. Hani nişanlanmışsınız ama aradan seneler geçmiş aranızda irtibat bile yok, nişanlınızdan uzakta ben dünyadaki en güzel kızla nişanlanmışım dersiniz ama bunu bir nikah ile neticelendirmiyorsunuz. Bu durumda nişan yapmanın ne anlamı kalır ki.. İman edip amel etmemek de tipki böyledir. Siz Allah’ın dinine ve koydukları kanunlarına inanıyorum dersiniz ama amel etmediğiniz sürece bu bir laftan öteye geçmez.
Nasıl ki birini sevdiğiniz zaman onun hoşuna giden şeyleri yapmaya çalışırsınız ve onu incitebilecek en ufak şeyden bile uzak durmaya çalışırsınız, sevgililerin sevgilisi olan yüce Allah’ı hoşnut etmek için de onun koyduğu kural ve kanunlar çerçevesinde yaşamaya gayret etmemiz lazım. Bunu yapabilmek için de yüce Allah’ın kitabına ve onun peygamberinin sünnetine sımsıkı sarılmamız gerekir. Bu noktada kitap, askerlikteki birinin bir sevgilisinden gelen mektubun nasıl okuduğunu anlatıyor. Gelen mektupta kısaca hal hatır anlatılır ve Allah’tan selametini diledikleri yazılır. Bir insanın bu mektubu anlaması içi bir defa okuması yeterlidir ama asker bunu defalarca okur. Kelimeler aynı, anlam aynı, duygular aynı ama asker bir sevdiği bunu yazdı diye defalarca o mektubu okur. Şimdi kâinatın rabbi olan, her şeye gücü yeten yüce Allah bizi bütün mahlukatları arasında seçmiş ve özel olarak bize mesajlarıyla dolu bir kitap göndermiş. Biz neden bir askerin mektubu okuduğu kadar bile sevgi ve hasret ile kurana yaklaşmıyoruz/yaklaşamıyoruz?
Peygamberimiz bize “üsvetün hasene” yani en güzel örnek kılınmış, o zaman onun hayatına olabildiğince yakın bir hayatı yaşamaya gayret etmemiz lazım. Hiçbir yerden taviz vermeden, her şeyi yaptık da bu mu kaldı demeden küçük büyük bütün ahkamlarına uymamız gerekir. Şimdi bazı kesimler de yok kuranın değişmesi lazım, güncellenmesi lazım, modern hayata uygun değil, 1400 sene önce nazil olan bir kitaba göre nasıl yaşayabiliriz ki diyorlar. Kitapta da buna cevaben “Su, hava ve doğal şeyler eskiden beri kullanıyor ancak kullanım şekli değişti ve Kuranın da böyle uygulanması lazım.” diyor. Eskiden su ve hava sadece doğal olarak temel yaşam ihtiyaçları için kullanılırdı ama günümüzde enerji üretim kaynakları olarak da kullanılıyor, rüzgar türbinleri yapılıyor, hidroelektrik merkezler yapılıyor, su moleküllerinden hidrojen çıkarılıp yakıt olarak kullanılıyor, havadaki çeşitli gazlar çok farklı deneylerde ve gerçek hayat uygulamalarında kullanılıyor. Ama kimse kalkıp da su, hava ve diğer doğal şeyler milyonlarca senedir var artık bunun güncellenmesi lazım demiyor. Biz de dinimizi peygamberlerin varisi olan alimlerimizin ışığında hadisler ve kuranı hayatın merkezine alarak yaşamımıza ve çağımıza uygun bir şekilde uygulayabiliriz.
Artık kuranı ve sünneti layıkıyla okuyoruz ve uyguluyoruz, bir sonraki adım ne olabilir? Sonrasında hemen kardeşlerimizi hatırlamalıyız; hem din kardeşlerimiz hem de insani olarak kardeşlerimiz. Ben kendimi korudum dinimi tam yaşıyorum artık başka bir şey yapmam gerekmez demeyin. Aynı evde yaşadığınız kardeşinize de, yanınızdaki arkadaşlara da, çevrenizdeki ve uzaktaki insanlara da dini anlatmakla mükellefiz. Dinimin bildiğiniz üzere bir cemaat dinidir. Ferdi olarak değil hep beraber bir ümmet olarak kalkınmamız lazım. Bu anlamda kitap öğrendiklerimizi ve uygulamaya koyduklarımızı çevremize tebliğ etmeyi, anlatmayı nasihat ediyor ve bunu yaparken bir sarhoşu alışkanlığından uzaklaştırırken ona meyhanenin verdiği sarhoşluğu giderecek bir zevkin verilmesi gerektiğini söylüyor. Yani bir Müslümanı kötü alışkınlığından alıkoyarken oluşan boşluğu da kuran okuma, ilim tahsil etme, sohbetler katılma gibi güzel bir şeyle doldurmanız lazım ki oluşan boşluğa müslüman kardeşimiz geri düşmesin, eski kötü alışkanlığına geri dönmesin. Bunun yanında din kardeşlerimiz olmasalar da Hz. Adem’in torunları olarak insani kardeşlerimize de dini anlatma mecburiyetindeyiz.
Bütün gayri Müslimlerin islam karşısı olmadığını hatırlamamız gerekir. Müslüman olmayanın canı cehenneme dememiz lazım. Gayri Müslimlerin büyük bir kısmı doğuşundan beri bazı yanlış bilgilendirme ve yönlendirmelerle Allah’ın dininden saptırılmışlardır. Onlara yaklaşırken en uygun ve hikmetli sözlerle yaklaşmamız lazım. Unutmamalıyız ki islama ilk girenler Müslüman değildi, sahabenin büyük bir çoğunluğu müşriklerden oluşuyordu ama buna rağmen islamın en parlak dönemi sahabe dönemi yani “Asr-i Saadet” olarak bilinir. Bir gayri müslim islama gelmeden önce ne kadar aktif ve faydalı birey ise islama girdiğinde de dinimiz ve ümmetimiz için ondan daha faydalı birey haline gelebilir ve bunun en bariz örneği de Hz. Ömer’dir. Kendisi İslama girmeden Müslümanlara şiddetle karşıydı ve müşriklerin başlarından biriydi, İslama girdiğinde ise Müslümanların öncüsü ve “Hulefeya-i raşidin”lerden biri olmuştur. Bu nedenle yazarımız kitap genelinde gayri Müslimlere rahmetle ve yumuşak sözlerle yaklaşmamız ve sözle olmazsa yaşantımızla onları asıl fıtratları olan dini islama dönmelerine yarım etmemiz gerekteğini söyler. Ama bunun yanında şunu da unutmamalıyız ki dinimize ve ümmetimize göz dikenlere de uygun bir biçimde karşı koymamız gerekir.
Zalimler, aç köpekler gibi dünyayı yemesin diye adaleti sağlamak için gücümüzün sonuna kadar çabalamalıyız. İnsanlar fıtri olarak zor olan meselelerde bir kaçış yolunu bulmaya çalışır ve daha kolay olan şeylere meyl eder. Bütün dünyaya batıl güçler hakim olmuş, her yere fitne ve fesat bulaşmış ama Müslümanlar kalkıp da bunun böyle olmaması lazım demiyorlar aksine bu koca güçler karşısında bizim gücümüz neye yeter ki diyorlar. Bir Müslüman Filistin’de, Süriye’de, Arakan’da ya da diğer zülüm gören coğrafyalarda acı çekerken, hayatı için çırpınırken dünyanın diğer köşelerinde kalan Müslümanlar yerinde durup, ben hiçbir şey yapamam; zaten param da yok gücüm de yok dememesi lazım. Allah ayette diyor ki “Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar.” (2:286). Başta bir Müslüman sonra da bir insan olarak gücümüzün yettiği kadarını yapmak zorundayız.
Bunun için de Allah’ın bize farz kıldığı cihat ibadetini yerine getirmeliyiz. Cihat insanların mesleklerine ve bulunduğu ortamına göre çok farklı şekiller alabilir. Mesela bir öğretmen talebelerine en iyi bir şekilde ilmi öğretirse, bir öğrenci de ilmini en güzel şekilde tahsil edip üzerine amel ederse ve sonrasında da toplumda faydalı bir fert haline gelirse, Allah yolunda topluma hayırlı hizmet veren biri olursa tabii ki de Müslümanların durumu düzelir. Aynı şekilde bir marangoz, bir doktor bir çiftçi bir devlet adamı ve diğer bütün meslek sahipleri güçlerinin yettiği kadarıyla Allah rızası için çalışırsa zaten yeryüzünde zülüm diye bir şey kalmaz. O yüzden belki de direkt olarak uzak coğrafyalardaki kardeşlerimize yardım edemiyoruz ama dolaylı olarak kesinlikle yardım edebiliriz.
Özet olarak kitap; Cennet hemen önümüzde, biz de ona en hızlı şekilde ulaşmaya çalışıyormuşuz ve cehennem ise arkamızda bizi kovalıyor ve biz de ondan olabildiğince uzaklaşmaya çalışıyormuşçasına hayatımızı şekillendirip yaşamamız gerektiğini söylüyor. Rabbimden hepimize okuduklarımızı anlamayı ve anladıklarımızı uygulamayı nasip etmesini niyaz ederim.
Henüz yorum yapılmamış.