İSLAM
İslam Deklarasyonu: Bilge Kral Aliya İzzetbogoviç'in Doğum Yıl dönümü anısına Kitap tahlili
Bu eser iki kısımdan oluşuyor. Kitabın ilk bölümünde yazar, günümüzde Müslüman halkların geri kalmışlığının sebeplerini, bu geri kalmışlığa çözüm olarak üretilen İslami nizam anlayışlarını ve bunların günümüzdeki uygulamalarını anlatıyor. İkinci kısımda ise şahsi düşünceleri yüzünden devletin -yasa dışı yollarla- kendisini 14 yıl hapse mahkûm etmesinin hikayesini anlatıyor.
Aliya İzetbegoviç, 8 Ağustos 1925’te Bosna Hersek’in Boşanski Şamatas kentinde dünyaya geldi. Gençlik yıllarında İslami çalışmalara ve Müslümanların sorunlarına ilgi gösterdi. Sonraki yıllarda kendisini entelektüel çalışmalara verdi. 1970’te “İslam Deklarasyonu” adlı eserini yayımladı. 10 yıl sonra ise “Doğu ve Batı Arasında İslam” kitabını tamamladı. Aliya İzetbegoviç, Bosna Hersek Federal Cumhuriyeti’nin ilk seçimlerinde Devlet Başkanı seçildi. Sırp ve Hırvat güçlerine karşı yürütülen bağımsızlık savaşında da başkomutanlık görevini üstlendi. Uzun yıllar hem İslam ümmetine hem de devletine yaptığı hizmetlerden sonra 19 Ekim 2003’te rahmet-i Rahman’a kavuştu. Bu yazıda merhum Aliya İzetbegoviç’in “İslam Deklarasyonu” adlı eserinin tahlilini yapmaya ve edindiğimiz bazı bilgileri sizlere aktarmaya çalışacağız.
Bu eser iki kısımdan oluşuyor. Kitabın ilk bölümünde yazar, günümüzde Müslüman halkların geri kalmışlığının sebeplerini, bu geri kalmışlığa çözüm olarak üretilen İslami nizam anlayışlarını ve bunların günümüzdeki uygulamalarını anlatıyor.
İkinci kısımda ise şahsi düşünceleri yüzünden devletin -yasa dışı yollarla- kendisini 14 yıl hapse mahkûm etmesinin hikayesini anlatıyor.
“Müslümanların İslamlaştırılması” alt başlığı ile oluşturulan bölümde, Müslüman kavramı üzerinde duruluyor. Müslüman; kendi aklı ve rızasıyla İslam’ı kabul edip kendisini Allah’a teslim eden kimsedir. Pekiyi bu kimsenin İslamlaştırılması yani İslam ile tanıştırılması ve bütünleştirilmesi ne anlama geliyor olabilir? sorusu gündeme getirilerek bir sorgulama başlatılıyor. Hayatının en temelinden en derin ayrıntısına kadar her şeyini İslam’a göre yaşayan birinin nasıl olur da en özündeki şey ile tekrardan tanıştırılması söz konusu olabilir? Bu nasıl bir paradoks? İşte günümüzde geldiğimiz durum tam da bu.
Müslümanlar Neden Geri Kaldı?
Müslümanlar artık kendi kimliklerini kaybettiler. İslam’ı Kuran ve sünnete göre değil, çevrelerinde gördükleri tarzda yaşamayı tercih ettiler. İslam’a ve Kuran’a olan itibarımız yok oldu. İslam artık hayatımızın bütün alanlardan kopuk, sadece bir inanç olarak kaldı zihinlerimizde. Artık Kuran, bilgi ve hikmet dolu ilahi bir ‘kitap’ değil, okunması insana haz veren kutsal bir ‘nesne’ haline geldi. “Okunan Kuran-ı kerim metinlerinde Müslümanları mücadele, dürüstlük, maddi ve manevi fedakarlığa çağıran emirler Kuran’ın haz veren sesi içinde eriyip gitti.” Nasıl ki bir çocuk anne babasını kaybedince biçare kalır, biz de İslamsız yaşamaya başladığımızdan beri başıboş bir şekilde çırpınıyoruz. Bazılarımız da buna bir çözüm bulabilmek için Batı taklitçiliğine başvurdular.
Batı’nın ahlaksızlığıyla beslediği aletleri, manevi yönü olmayan davranışları, menfaatçılığı ve her türlü nahoş eğlence şekillerini olduğu gibi kabul ettiler. Böyle bir kontrolsüz geçiş beraberinde olağan üstü seviyede hem maddi hem manevi kayıplara yol açtı. Günümüzde yaşamımız, eğitim seviyemiz, bilinçsiz ve ahlaksız davranışlarımız, verdiğimiz ağır kayıpların birer delilleridir. Yine de Batı’nın maddi olarak yükselmesi ve gelişmesinin nasıl yaşadıklarıyla değil nasıl çalıştıklarıyla alakalı olduğunun farkına varamadık. Hala içimizdeki Batı hayranları etraftakilerine karşı bir üstünlük, Batıdakilerine karşı da bir aşağılık hissi içindedirler.
Diğer tarafta da kendi gelişmemize kendimiz engel oluyoruz. Müslümanların 2 milyarlık nüfusu, birleşmiş İslam dünyası için bir güç faktörü olabilecekken, her biri yalnız olan Müslüman ülkeler için bir kriz ve çaresizlik kaynağı haline gelmiştir.
Geri Kalmışlığı Nasıl Yok Ederiz?
Halkımızın büyük bir kısmı fakirlikle mücadele ederken eğitimsizlik ve cehalet içinde resmen boğuluyoruz. Bu durum, hem pozitif bilimler noktasında belli bir seviyeye gelmiş alimlerimizin İslam’a olan yabancılığına hem de İslami kaynakların neredeyse tamamını mütalaa edip de dünya hayatına yüz çevirmiş insanlarımızın gafletine bir işarettir. Böyle insanlar, içinde bulunduğumuz dünyanın düştüğü hal üzerine tüm ahlaksızlık, gaflet ve gayr-ı İslami eylemleri kabullenmiş ve adına da realizm demişlerdir. Ama asıl realizm şudur ki sözünü ettikleri imkânsızlık dünyada değil, onların kalplerinde hüküm sürmektedir. Yani ilk başta kalpler işgal edilmiştir. Bu yüzden yazarımız kurtuluşun İslami nizamın ihya edilmesinde olduğunu öne sürer. Ama bu nizam 14 asır öncesindeki nizamla birebir aynı değildir. Sunulan çözüm din ve bilimin mutabık olduğu bir yaklaşım ortaya koymak zorundadır.
Bunu gerçekleştirmek için imanımızı tazelememiz, yeni bir şuur ve yeni bir irade ile tekrardan besmele çekmemiz gerekmektedir. Aliya’ya göre; “Dünya üzerinde her kuvvet sağlam ahlak ile başlar, mağlubiyet ise ahlaki çöküşle beraber gelir. Ne yapılmak isteniyorsa bu önce insanların ruhlarında gerçekleştirilmelidir. Müslümanlar olarak ilk başta Allah’a, peygamberine, onun dinine ve sonrasında da birbirimize güvenerek vücudun farklı uzuvları gibi topyekûn olarak bir cemaat halinde, dünyada adaleti sağlamak ve mazlumları aç köpeklere yem etmemek için var gücümüzle çalışmak mecburiyetindeyiz.”
Allah’ın bize lütfettiği yolda kendimizi seferber ederken illaki karşımızda sıkıntılar çıkacaktır. Yazarımızın başına geldiği gibi gerçek bir suç ortada olmasa da sırf düşüncelerimiz yüzünden yargılanabiliriz de. Bu zalim güçler kendi batıl nizamlarının yok olmaması için her yolu deneyeceklerdir. Belki de gözümüzü mal mülk ile boyayıp bizi satın almaya çalışacaklar, bizi ve sevdiklerimizi tehdit edecekler. Belki de alçakça ve vahşice bize işkence edecekler veya insanların gözünde bizi düşman göstererek dünyanın önünde bizi rezil etmeye çalışacaklardır. Ama unutmayacağız ki bizim çabamız boşa değildir: Biz sadece kendimiz için değil, şimdiye dek yaşamış olan, halen yaşamakta olan ve gelecek yaşayacak olan bütün nesillerimiz için hem Müslüman hem de diğer insanlar için Allah rızasını gözeterek adil bir dünya oluşturmak için, mazlumların hakkını korumak ve Allah’ın dininin aleme hâkim olması için mücadeleye devam edeceğiz. Belki biz kazanmayacağız ama kardeşlerimiz kurtuluşa bir adım daha yaklaşacaktır. Hak olan Allah’ın yoludur ve hak mutlaka batıla galip gelecektir. Allah bize ancak gücümüzün yettiği kadarını yükler. Biz zaferle değil seferle sorumluyuz. Son olarak kitaptan bir alıntı ile bitirmek istiyorum: “Bizim yolumuz iktidarı ele geçirmekten değil gönül fethetmekten başlar.” Allah hepimizin yardımcısı olsun. Merhum yazarımız Aliya İzetbegoviç’in aziz ruhuna bir Fatiha.
Henüz yorum yapılmamış.