Sosyal Medya

İSLAM

RUHUN NEŞESİ SEYYİT KUTUP’UN DÜŞÜNCESİNDE

Bu kitap asıl olarak rahmetli Seyyit Kutup ’un kız kardeşine gönderdiği bir mesaj idi. Ayrıca Tunus’ta bir dergi olan Al Fikir’ de Mart 1959’da “Uzaktan Işıklar” adı ile bu mesajı yayınladı.
Bu mesajın çok talep edildiğini bildiğimizden ve Allah’ın rızasını kazanmak için yayınladık.

 
1. Sevgili kız kardeşim,
Bu düşünceleri sana aktarıyorum.
Ölüm meselesi hep aklına geliyor diye, ölümün hep etrafında var olduğunu, her şeyin arkasında durduğunu, hayat ve hayatta olan herkesin üstünde duran bir kuvvet olduğunu ve ondan dolayı güçsüz ve zayıf hale geldiğini düşünüyorsun. Ancak ben şu an ölüme bakıp, zengin ve güzel hayatla karşılaştırdığımda, ölümün sadece küçük bir kuvvet olduğunu görüyorum. Çünkü ölüm, ancak hayat masasından   düşen kırıntıları alabilir.

Aslında şu an zengin hayatın devamının işaretlerini etrafımda görebiliyorum. Kadınlar gebe olup doğum yapar. İnsan ile hayvan aynıdır. Kuşlar, balıklar ve böcekler, hayatla dolu yumurtalarını bırakıyorlar. Toprak, çiçeklerle ve meyvelerin çıktığı bitkileri çıkarıyor. Gökyüzü yağmur yağdırıyor, denizler dalgalarla doludur ... Bu dünyadaki her şey büyüyüp çoğalır.
Zaman zaman ölüm, bir parçayı alıp gider ya da dünyada kalsın diye biraz kalıp hayat masasından   küçücük kırıntıları alır ... Ama verimli ve zengin olan hayat, bunu göz ardı edip hissetmemiş gibi akmaya devam eder.

Bazen ölüm büyük bir parça aldığında hayat acıdan bağırır. Ama bu yara o kadar çabuk iyileşir ki bu bağırma neşeye dönüşüverir ...İnsanlar ve hayvanlar kuşlar ve balıklar böcekler ve solucanlar , çimler ve bitkiler yaşamaya devam edip toprakları  hayatlarıyla zenginleştirir.

Ve ölüm orada durup bir parçayı alıp gider ya da dünyada kalsın diye ancak hayat masasından düşen kırıntıları alabilir.
Güneş doğar ... Güneş batar… Dünya güneşin etrafında döner ve her taraftan hayatlar çıkar...
Her şey kesinlikle büyür ... Türde ve sayıda bir büyümedir ... Miktarda ve yöntemde bir büyümedir.
Ölüm bir şey yapabilirse hayatı büyümesini durdursaydı! Ama onun kuvveti dopdolu ve zengin hayatın gücüne göre sınırlı ve yetersizdir.
Allah'ın gücüyle hayat akıp düzleştirilir.
 
2- Kendimize sadece yaşadığımız zaman, hayatımız kısa ve sınırlı gözükür ...  Anlamaya başladığımızda başlar   kısa ömrümüz sona erdiğinde biter. Ama başkaları için yaşadığımız zaman, bir fikir için yaşadığımız zaman, hayatımız uzayıp derinlik kazanır... Hayat, insanlık başladığında başlar bu dünyadan ayrıldıktan sonra da devam eder.
Bu durumda hayatımızın katbekat fazlası yeni hayatlar kazanırız, gerçekten kazanırız, hayali değil, çünkü hayatımızı bu şekilde hayal ettiğimiz zaman, hissettiğimiz günlerimiz, saatlerimiz ve anılarımız çoğalır.  Hayat senelerin sayılarına göre değil yaşanan duygulara göredir.

Bu durumda realistlerin hayali olduğunu iddia ettikleri şeyler, aslında gerçek olduğunu iddia ettikleri şeylerden daha gerçektir. Çünkü hayat insanın hissettiği her şeyden ibarettir...  Herhangi bir insanı duygularından ayırdığında, onun gerçek manaya sahip hayatından ayırt etmiş olursun... Bir insan hissettiği duyguyu katlarsa, katlanmış bir hayatı yaşamış olur.
Artık bu meselenin tartışılmayacak bir hale geldiği apaçık gözüküyor bana.
Başkaları için yaşadığımız zaman hayatımız katlar ve onlara karşı duygularımız arttıkça hayatımız için hissettiklerimiz artar ve sonunda bu hayatı arttırırız.   
 
3- Şer tohumu çok büyürken iyilik tohumu meyveleri üretir.
Birinci olan uzaya kadar çabucak büyüyebilirse de onun kökleri toprak yüzeyine yakındır. Şer ağacı, iyilik ağacından hava ile ışığı engelleyebilirse de iyilik ağacı büyümeye yavaşça devam eder. Çünkü toprağın diplerinde olan köklerin sayesinde hava ve ışığı telafi eder. Biz güçlü ve parlayan bir ışığa sahip zannettiğimiz şer ağacını inceleyip onun kuvvetinin kaynağını araştırdığımız zaman, güçsüz ve içi boş hali bize gözükür... Diğer taraftan iyilik ağacına baktığımızda, ona gelen belalara karşı sabır gösterdiğini, rüzgarlara dayandığını, sakin ve yavaş büyümesine devam ettiğini, üzerine şer ağaçtan atılan dikenleri umursamadığını apaçık görürüz.
 
4- Başkalarının ruhlarındaki iyilik tarafına dokunduğumuzda, ilk bakışta çıplak gözlerimizle göremediğimiz çok iyiliği keşfedebiliyoruz. Ben onu kendimde denedim ... Çok insanda denedim. İlk başta acımasız ve şer olduğunu düşündüğümüz insanlar bile ...Hatalarına ve yaptıkları aptallıklarına küçük miktarda acıma gözü ile bakarsak ...  Gerçek -yapay olmayan-   samimiyetimizle dertlerine ve ilgilerini çeken şeylere özenle bakarsak, ruhlarındaki hayır çeşmesi ortaya çıkar... Kendi ruhundan verdiğin küçük şeye karşı, sevgilerini, güvenlerini, samimiyetlerini verecekler... Saf, dürüst ve samimiyetle verdiğin sürece… Kötülük insan ruhunda hayal ettiğimiz kadar derin değildir.
O kötülük, hayatlarına dayanabilmeleri ve devam edebilmeleri için kullandıkları bu sert kabuk içindedir. Onun için, güveni hisseder etmez bu kabuğu çatlatıp onun yerine güzel ve lezzetli meyveler ortaya çıkarırlar. Bu lezzetli meyve, onların hayata karşı ettikleri mücadeleye ve hatalarına merhamet ile bakan insana çıkar. Onu gerçekleştirebilmek için başlangıcında gösterdiğimiz merhamet zannettiğinden fazla yakındır. Ben bunu denedim ... Kendimde denedim ... Ben ne hayalden ne de rüyalardan doğan sözleri söylüyorum.
 
5- Ruhumuzdaki iyilik merhamet ve sevgi tohumu büyüyünce ruhumuzu çok dert ve yorgunluktan kurtarmış oluruz. Öyle olunca diğerlerini yapmamıza gerek kalmayacak çünkü o halde övgüyü yapınca sadık ve dürüst oluruz. Onların ruhlarındaki iyilik hazinelerini araştırıp onlara övgüyü vermemiz için güzel özelliklerini bulup sadıkça iltifat edeceğiz. Ve güzel bir kelimeye layık ettiren güzel özelliğe veya iyiliğe sahip olmayan bir insan kalmayacak... Ancak kendimizde sevgi tohumu büyüyene kadar bunları göremeyeceğiz.

Ayrıca ne onların hatalarına ve yaptıkları aptallıklara dayanmamıza ne de rahatsız olmamıza gerek kalmayacak. Çünkü ruhlarındaki güçsüzlüğe ve eksikliğe acıdığımızı göstereceğiz. Kendimizdeki sevgi tohumunu büyüttüğümüz gün hatalarını araştırıp bakmayacağız. Biz ancak kendimizdeki iyilik tohumunun büyümesi henüz tamamlanmadı diye onlardan nefret ederiz. İyiliğe karşı güvenimiz eksik olduğu için onlardan korkuyoruz. Diğerlerine sevgiyi, merhameti verdiğimiz zaman kendimize rahatlığı, mutluluğu ve güvenliği kazandırıyoruz. 
 
6- Kalbimizin insanların kalplerinden daha temiz olduğunu, ya da akıllarımızın akıllarından daha üstün olduğunu veya ruhumuzun ruhlarından daha iyi olduğunu sandık diye onlardan uzak durursak; büyük hata yapmış oluruz. Çünkü böylece en kısa ve en az verimli   yolu seçmiş olurduk.

Gerçek yücelik şöyledir: Affetme ve şefkat yoluyla, bu insanların eksik olduklarını, hatalarını ve güçsüz olduklarını bilerek onları yapabildiğimiz kadarı ile   gerçekten iyi hale getirmek, ruhlarını temizlemeleri adına kendi seviyemizle buluşturmaktır. Bu iş ne ufuklarımızdan ve yüce ideallerimizden vaz geçmemiz ne onların hatalarına övgü dizmemiz ne de onlara kendi ruhlarımızı ruhlarından daha üstün olduğunu hissettirmemiz demektir. Bu çelişkileri uzlaştırmak ve bu uzlaştırmaya ulaşmak için harcanan çabalar hakiki yüceliktir.
 
7. Bir kabiliyete belirli bir seviyede ulaşabildiğimizde, bizden daha az kabiliyete sahip olanlardan bile, yardım istemenin bizi utandıracak bir şey olmadığının farkına varırız ve hatta ulaştığımız hedeflerin onların yardımları sayesinde olduğunu bilsek bile bu bizim kıymetimizi düşürmez... Biz diğerlerinden yardım istemekten çekinmeyip her şeyi yapmaya çalışıyoruz. Aynı zamanda diğerlerinin ulaştığımız ufuklara katkılarının bulunduğunu bilmelerini sevmiyoruz... Ancak öz güvenimiz büyük olmadığı   sürece bunlar oluyor, yani özelliklerimizden birinde gerçekten güçsüz olduğumuz zaman. Ama gerçekten güçlü hissettiğimiz zaman böyle şeyleri hiç düşünmeyeceğiz... Bebek, yürümeye çalışırken, ona verdiğin yardım ellerini reddeden tek kişidir.

Bir kabiliyete belirli bir seviyede ulaştığımızda, diğerlerden aldığımız yardımlara sevgi ile minnettar kalacağız... Bize sunulan yardım için bir şükürdür, bizim inançlarımıza inandıkları için bir mutluluktur ... Böylece bizimle   çabalarımızı ve ulaştıklarımızı paylaşacaklar... İşte bu mutluluk, kutsal ve özgür bir mutluluktur.
 
8- Biz fikirlerimizi ve düşüncelerimizi kendimize saklarsak ve diğerleri bunların kendilerine ait olduğunu iddia ettiğinde kızarsak, bu düşüncelerin kendimize ait olduğunu ve onları bizden çaldıklarına ikna etmeye çalışırsak, bu fikirlere gösterdiğimiz inancımızın büyük olmadığını, inancımızın kendimizden daha değerli olmadığını söylemektir.
Gerçek sevinç şöyledir: Biz hala yaşarken diğerlerinin bizim inançlarımızı benimsemesi meyvesidir.  Hayatta olmasak bile, başkalarına faydalı olacağımızı hayal etmek bile kalbimizi mutlulukla, rıza ile ve huzur ile dolduruyor.
Yalnız tüccarlar, ürün markalarının başkaları tarafından kullanılmaması ve onunla kar edilmemesi için uğraşırlar. Düşünürler ve inananlar ise, insanların fikir ve inançlarını paylaşmalarından ve ilk sahiplerine değil de kendilerine atfettikleri ölçüde inandıklarından mutludurlar. Onlar bu fikirlere ve inançlara sahip olduklarına inanmıyor değiller, onlar aktarmak ve anlatmak için kendilerinin bir araç olduklarına inanıyorlar..
Onların mutlulukları ise, kutsal kaynağa bağlı olmaları ve inandıklarının meyvesidir.
 
9- Fark çok büyük... Gerçekten büyük. Gerçeği bilmek ile gerçeği anlamak arasındaki fark...
Birincisi ilimdir, ikincisi anlamaktır. Birincisinde saf sözler ve kavramlarla uğraşıyoruz... veya cüzi denemeler ve sonuçlarla. İkincisinde canlandırılmış gerçekler ve tam algılarla uğraşıyoruz. Birincisinde bilgiler kendilerimizin dışından gelip aklımızda ayrı olarak kalır.

İkincisinde gerçekler bilincimizden akar. Damarlarımızdaki akan kan aktığı gibi ...
Birincisinde haneler ve başlıklar var. Bilim hanesi ve altındaki   değişik başlıkları. Din hanesi ve onun altındaki bölümler ve kısımların başlıkları... Fen hanesi ve onun altındaki müfredat ve yönergeleri. İkincisinde büyük kozmik enerji ile bağlı olan saf enerjiyi içerir ... Orijinal kaynağa bağlı olan akan bir nehir gibidir.

10- Bizim her insani bilim alanında uzmanlara ihtiyacımız vardır... Büroları ve laboratuvarlarını mabetler ve medreselere dönüştüren birilerine...  Uzman oldukları alanlara hayatlarını veren birilerine ... Sadece fedakârlık hissederek değil de yaptığından zevk alarak da ... Neşeliyken ruhunu Tanrı'ya veren bir tapanın hissiyle.
Halbuki, onların dünyayı yönlendirmediğini ve insanlara hidayet vermediklerini anlamalıyız…
Öncüler, hep süper ruhsal enerjiye sahiptir ve sahip olmaya devam edecekler ... Sıcaklığıyla bütün atomları eritip, bu atomları alıp güç kazanarak yüce hedefe doğru gayret ederek, ışıklarıyla sefer yolları gösteren kutsal ateşi ellerinde tutarlar. Bu öncüler, ilimde, fende, inançta ve amelde bulunan çok görünümlü genel birini içgörüleri ile görebilirler. O yüzden onlardan birini ne aşağılatırlar ne de kendi düzeyinden fazla yükseltmezler.

Küçük olanlar ise şu çok görünümlü enerjilerin arasında birtakım farkların var olduğunu sananlardır. Böylece, din adı ile bilimi ya da bilim adı ile dini savaştırıyorlar. Bilimin adıyla fenni veya sufi inanışın adıyla iten canlılıktan tiksiniyorlar. Çünkü onlar bu kuvvetlerin her birini ayrı olarak tanırlar. Halbuki, işin gerçeği, hepsi aynı kaynaktandır. Bu, büyük ve her şeyi kontrol altına alan kuvvettir (ALLAH DEMEK İSTEDİ) ... Ama büyük liderler, bu birleşmenin farkındalar çünkü bu asıl kaynağa kendilerini bağlı tutarlar ve ondan faydalanırlar. Onlar azdır ... İnsanlık tarihinde az hatta nadirler lakin yeterliler Çünkü bu dünyayı düzelten kuvvet, (Allah demek istedi) onları da düzenleyip ihtiyaç duyuldukları zaman dünyaya gönderir.
 
11- Paranormallere ve bilinmeyen kuvvetlere sınırsız inanma büyük bir tehlikedir çünkü batıl inanca yönlendirip hayatı büyük bir yanılsamaya dönüştürür... Halbuki bunları sınırsız inkâr etmek, daha az tehlikeli değildir çünkü bilinmeyenlerin pencereleri hepsini kapatır ve bütün görmediğimiz şeyleri… Hayatımızın bir yerinde onları henüz bilinçlenmiş olamadığımız için inkâr ederiz. Böylece bu varlığı kuvvetinden, alanından ve kıymetinden düşürüp bilinen sınırlarıyla sınırlandırır ve ancak bu vakitte, dünyanın yüceliğiyle kıyaslarsak, çok küçük gözüküyor ... Hem ne küçük.

İnsanın hayatı, bu dünyada kozmik kuvvetle bilinçlenememe zincirinden ibarettir. Büyüyüp bu hayatın uzun yollarına bir daha adım attığında bu kuvvetlerle ilgili daha bilinçlenmesi zincirinden ibarettir. Bir insan gittikçe daha önce bilinçlenemediği kozmik kuvvetlerle bilinçlenebilme kabiliyetine sahip olduğunda, onun daha bilinçlenmediği şeylerin var olduğu gerçeğini anlayabilmesine kesinlikle yeterlidir, çünkü o hala deneme aşamasındadır.

Biz insanlar olarak, hayatımızda bilinmeyenleri hesap edersek aklımıza saygı göstermiş oluruz. Hayallere teslim edenler gibi değil- hayallere her şeyi dayandırarak tevekkül edenler- geniş dünyanın yüceliğini his sedip bunda ruhlarımızın değerini bilmek için. Ve bu da insanın kendi ruhunu bu dünyaya bağlayan (ipleri) anlayabilmesi için duygu ve anlama gücünü açmaya layıktır. Ve onlar (ipler) bugüne kadar akıllarımızla bütün bildiğimiz ve anladığımız şeylerden daha büyük ve derindir. Kanıtlamak gerekirse, biz hala her gün yeni şeyleri keşfediyoruz.
 
12- Günümüzde, bazı insanlar Allah’ın yüceliğini itiraf ettiklerinde insanlığın değerini düşürdüklerini zannederler... Sanki Allah ile insan bu dünyadaki yücelik ve kuvvet için yarışıp   birbirine rakiplermiş gibi!
Ben Allah'ın kuvvetine karşı duygulandığımızda, kendimizin yüceliğini arttırmış oluruz diye hissediyorum. Zira biz tek harika bir Tanrı’dan yaratıldık. Allah'ı inkâr ederek kendilerini yükseltmiş zanneden insanlar, ancak yakın ve düşük ufukları görebilen insanlardır.

Onlar, insanları sadece güçsüz oldukları için Allah’a dayanırlar sanıyorlar. Ve şimdi yeterince kuvveti kazanmış olduklarını sandıkları için artık bir Tanrı’ya ihtiyaç duymuyorlar... O durumun gerçeğine bakarsak, sanki güçsüzlük iç görülüğü açar, kuvvet ise kapatır. İnsan, kuvveti arttırıldığında Allah'ın yüceliğini daha hissetmesi, lazım zira bu artırılan kuvvetinin kaynağı Allah’tır.

Allah’ın yüce gücünde inananlar, kendilerinde ne aşağılama ne de güçsüzlüğü bulmazlar. Tam aksine, bu dünyayı kontrol eden büyük güce dayanarak, kendilerinde gurur ve kuvvet bulurlar. Biliyorlar ki kuvvetlerinin alanı ancak bu toprak içinde ve bu insanların arasındadır.  Çünkü bu kuvvet Allah’ın bu dünyadaki yüce kuvveti ile çatışmaz. Onların- derin inançları sayesinde- bu yüce kuvvetten paylarının var olduğunu biliyorlar Kendini balon gibi şişirenler onu bulamazlar ki gözlerindeki şişlik tüm varoluş ufuklarını kapattı.
 
13- Bazen kulluk özgürlük kıyafetinde saklanıp bütün sınırlamalardan(yasaklardan) çıkmış gibi gözüküyor. Bu çıkış, örften, adetlerden ve bu varlıktaki insanın yükümlülüklerden bir çıkıştır.
Aşağılama, stres ve güçsüzlüğün sınırlamalarından çıkışı insanlığın sınırlamalarından çıkışı ile arasında büyük bir fark vardır. Birinci olan gerçek özgürlüğün manasını taşır. İkinci olan ise insana insanlığı veren ve onu ağır hayvani eğilimlerden kurtaran potansiyellerden vazgeçişin manasını taşır. İnsanlığın tarihi boyunca, özgürlük atmosferine geçmek için, kendini kurtarmaya çalıştığı boğucu zincirlere sahip olan eğilimlerdir.

İnsanlık, muhtaç olduğu şeyleri açıklamaktan neden utanıyor ki?
Çünkü bu ihtiyaçlarla yüceliğe yükseltmeyi insanlığın birinci potansiyeli demek olduğunu, yasaklarından çıkmanın özgürlük demek olduğunu ve insanlığın manasını doğrulamakta et ve kan özelliklerini yenmek ile güçsüzlük ve aşağılamayı yenmenin aynı manayı taşıdığını   fıtratıyla hisseder.
 
14- Kişilerden soyutlanmış ilkelerin var olduklarına inananlardan hiç değilim. Çünkü güçsüz inanışa sahip olan ilkelerin ne manası var ki?  Bir de iten güçlü inanışın yeri insanın   gönlünden  başka yer de mi var ?
İşbu düşünceler ve inançlar – güçlü iten ilkeler olmaksızın – boş sözler ya da ölü anlamlar kalır zira onları canlandıran ancak insanın kalbinden parlayan inanışın sıcaklığıdır... Işık gibi parlayan değil soğuk kalpten çıkan inançlar, insanlar tarafından hiç inanılmaz.
Önce sen inançlarına inan, sıcak inanışın oluşuna kadar inan. Yalnız o vakitte insanlar sana inanacaklar... Yoksa bunlar ruhsuz hayatsız içi boş cümleler kalacak.
 
Sanki Yeryüzünde yürüyen insan gibi bir canlı karaktere dönüşmeyen veya İnsan gibicesine   canlandırılmayan inanış, hiç hayatı olmaz. Ayrıca, bu alanda, ihlasla ve hevesle inanan   bir düşünceyle yaşamayan biri yok.
Düşüncelerin insandan ayrılması ruhun bedenden ayrılması veya bir manadan sözün ayrılması gibidir ...  Bazen imkânsız bir iş olur, bazen de çözülmek ve yok olmanın manasını taşır.

Yaşayan her fikir, bir insan kalbinden beslendi, böylece bu kutsal gıdadan beslenmeyen inanç ölü doğmuş olup insanlığı bir santim bile hiçbir şekilde ileriye kıpırdatamadı.
 
15- Şerefsiz bir vesileyle uğurlu bir hedefe ulaşma imkanını   hayal etmesi çok zor gelir bana. Uğurlu hedef, yalnız uğurlu kalpte yaşar: O yüzden bu kalp, şerefsiz vesileyi kullanmaya nasıl dayanabilir ki? Ya da hatta nasıl bunu kullanmayı düşünebilir ki? Çamur birikintisinden geçtiğimiz zaman çamurla kirleneceğimiz kesin bir gerçektir. Yolun çamurları ayaklarımızın üzerine eser bırakacaktır. Şerefsiz vesileyi kullandığımızda aynı şey olur: Çirkinlik, kalplerimizin, ruhlarımızın ve ulaşmış olduğumuz hedefimizin üzerine eser bırakacak.

Ruh aleminde, veslet hedeften hiç ayrılmaz bir parçasıdır. Çünkü ruhlar aleminde böyle sınıflandırmalar ve ayarlamalar yoktur: İnsani şuuru, eğer bir uğurlu hedefi hissederse şerefsiz vesileyi kullanmayı ağır gelip hiç kaldıramaz daha da fıtratla bunu düşünmez bile.

( Amaçlar araçları haklı çıkarır ?)  Bu batının en büyük hikmetidir zira batı zihinle yaşar ve zihinde hedefler ile vesilelerin arasında sınıflandırmalar ve ayarlamalar bulunur.
 
16- Başkalarının canlarına verdiğimiz umut, güven, rıza veya mutluluktan sonuçlanan duygulandığımız saf, ruhi mutluluğun eşitinin olmadığını bildim. Bu lezzet, dünyadan olmayıp acayip, cennetten olan bir lezzettir. Bu lezzet, dışarıdan bir ödülü istemez çünkü onun ödülü tam kendi içerisindedir.

Bu konuyla insanların karıştırdığı başka bir mesele vardır. Halbuki, bu mesele bu konuya dahil değildir: İnsanların minnettarlığını itiraf etmeleri meselesidir. Bu itirafın ne güzelliğini ne de verenler için içerdiği büyük hazzı inkâr etmeye çalışmayacağım... Ama bu mesele bambaşka bir meseledir. Buradaki mesele, iyiliğin başkalarının ruhlarına yakın saf bir yankı bulması sevincidir.

 Bizim bahsettiğimiz sevincin kıymeti bu yanı ile değildir. Çünkü bu saf bir sevinçtir. Başkalarının canlarına verdiğimiz umut, güven, rıza veya mutluluktan sonuçlanan duygulandığımız saf, ruhi sevinçtir. İşte bu canımızdan kaynaklanan saf olup ona da dışarıdan hiçbir şey gerekmeksizin dönen sevinçtir. O, bütün ödülünü taşır çünkü onun ödülü tam kendi içerisindedir.
17- Artık ölümden korkmuyorum, bu anda gelse bile. Bu hayattan çok şey aldım, yani çok verdim demek istedim.
Bazen veriş ile alış ayırt etmek çok zor olur. Çünkü ruh aleminde aynı kavramı taşırlar. Verdiğini her zamanda almışsın. Biri bana bir şey verdiğini kast etmiyorum... Verdiğim şeyin aynısını aldığımı kast ediyorum. Çünkü verdiğim şeye karşı duygulandığım sevinç alan kişinin sevincinden daha az değildir.  

Artık ölümden korkmuyorum, bu anda gelse bile.  Ben yapabildiğim kadarıyla yaptım. Bu hayattaki ömrüm uzarsa yapmak istediğim çok şey var. Ama yapmazsam da gönlüm hasrette kalmayacak çünkü diğerler bunları yapacaklar. Düşüncelerim sağlam olduğu sürece hiç ölmeyecek zira bu varlığa göz veren Allah’ın sağlam bir fikrin ölmesine izin vermeyeceğinden eminim.

Artık ölümden korkmuyorum, bu anda gelse bile. Yapabildiğim kadarı ile iyi olmaya çalıştım. Yaptığım hatalarım ve yanlışlıklarım ise çok pişmanım. Ben onları Allah’a bırakıp ondan merhametini ve bağışlamasını dilerim. Onun cezasını (Allah’ın) ise hiç endişe etmiyorum. Zira hak ve adil bir ceza olduğundan eminim. Ayrıca amellerimin sonuçlarını, hayır olsa da şer olsa da katlanmaya alışığım yüzden hesap gününde hatalarımdan dolayı çekeceğim cezalara razıyım.
 
BİTTİ

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.