Sosyal Medya

SİYASET

Putin ve Rus İmparatorluğunun Canlanması Medeniyetler Çatışmasına mı Tanık Olacağız?!

MUHAMMED ABDULHAMİD

(Arapça aslından çeviren: HAMZA MAHMOUD MAHAMAT)
 
Putin, Kremlin koridorları arasında ve ülkedeki Rus politika yapıcıları, Oligarşi, Kapitalizm ve Askeri seçkinler arasında dünyanın tanık olduğu bir konuşmada, Rusların Ukrayna’nın dört vilayetinde düzenlediği referandumu onaylayarak herkesin beklediğini açıkladı.Ukrayna’nın doğusundaki Rusya ile sınır olan (Lugansk, Donetsk,Zaporozhye ve Kherson) bu deklarasyona göre resmen Rus toprakları haline geliyor ve bu andan itibaren bu bölgeye herhangi bir saldırı, Ruslar tarafından Rusya’ya saldırı olarak kabul ederler, tamamen Putin’in 2014’te stratejik Kırım yarım adasını ilhak etmek için yaptığı referandum ve Kuzey Karadeniz’deki en önemli stratejik bölgelerin kontrolünü ilan etmesi gibi, hatta, gönüllü olarak Rus Donanması’na katıldığını açıklayan Ukrayna deniz filosunun en önemli parçalarının kontrolü gibi.

Ancak Putin’in geçtiğimiz Şubat 2022’de Ukrayna’ya savaş ilanının başlamasından bu bölgelerin Rus Federal Devletine ilhakını resmen ilan ettiği 30 Eylül konuşmasına kadar yaptığı tüm konuşmalar, aslında, güncel olayların salt algıları ve politik süreçlerinden daha derin boyutlarıyla ilgileniyor, bu savaşta ülkesinin izlediği askeri stratejilere nerdeyse tamamen kayıtsız kalmasına ek olarak, Putin, ABD Başkanı Joe Biden’ın “Rus emperyalizmi” olarak tanımladığı yeni Rusya’nın entelektüel ve ahlaki boyutlarını ve vizyonunu ortaya çıkarmaya hevesliydi ve hâlâ da öyle. Bu gelişmelerle birlikte Amerikan emperyalizmi, dünya arenasında Batılı vizyonla çelişen bir söylemi, vizyonu ve sahada hareketi olan yeni bir emperyalist kutup olduğunu hissetmeye başlamıştır, medeniyetlerin, dinlerin, ahlak ve değerlerin ve hatta insanlığın geleceği ve tanımı için en tehlikeli tehdidi onda görür.

Putin’in, çok inandığı ve ona göre hareket ettiği, tarihi mirası düzeyinde Rus ulusunun tarihini bölünmez bir bütün olarak görür, Rus Ortodoks çarlığının tarihi, ideolojik terimler dışında komünist Sovyetler Birliği tarihiyle çelişmez, ancak her iki tarihsel siyasi model de emperyalist yayılmacılıktı, bu Batı’yı kendisine tehdit olarak gördüğünde Batı ile çatışma içindeydi, farklı tarihsel dönemlerde, Osmanlılar gibi ortak bir düşmanın varlığı konusunda Batılı güçlerle anlaşmaya vardığında onunla ittifak kurdu, ancak uzun tarihi boyunca Rus stratejisinin tarihindeki değişmez nokta, onun emperyalist bir yayılmacı olmasıydı, Putin, “ Büyük Yekaterina’dan beri atalarımız bu bölgeleri korudu ve atalarımız İkinci Dünya Savaşı’nda bu bölgeler için savaştı” diyerek bunu ifade etti, bunun için her zaman, 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasına izin veren “Sovyet yönetici seçkinlerine” karşı suçlamalara varan sert eleştirileri görüyoruz. Ona göre, Rusların kayıtsız kaldığı Orta Asya ülkeleri, Kafkasya’nın bağımsızlığı ve Balkan ülkelerinin çoğunu ve Orta Avrupa’yı Rusya’dan ayırdığı o an, Batı’nın Rus projesine karşı kazandığı zaferin doruk noktasıydı.

Ancak, eski Sovyetler Birliği topraklarının, uygun taktik ve zamanlamaya göre geri kazanmanın sabit hedefler olarak gören Rus siyasi ve emperyalist yayılmacı stratejisinden uzak olarak, Putin’in Kafkasya’da Çeçenya, Dağıstan ve Osetya’nın kontrolü ile sonuçlanan savaşlarını gördük, sonra Kırım’ın kontrolü ele geçirerek ve şimdi Azak Denizi’ni tamamen Rus denizi yapan dört Ukrayna cumhuriyetinin veya eyaletinin ilhak etmesiyle, aynı zamanda Rusları – bu bölgelerin mutlak kontrolünü başarırlarsa – sadece son yirmi yılda tüm bunları Kuzey Karadeniz’in efendisi yapacaktır. Ancak bütün bunlardan uzak olarak, Putin’in konuşmalarındaki diğer entelektüel çerçeveler bize açıkça ve şüphesiz bunun, Putin’in 2000 yılında cumhurbaşkanlığına geçmesinden günümüze kadar Rus stratejik zihninde büyük yer tutan Ortodoksluğun dikte ettiği bir entelektüel, ahlaki ve değer projesinden kaynaklandığını açıkça göstermektedir, ve gelecekte de daha derin etkisi olacak.

Putin’in son yirmi yılda Rus Kilisesi ile olan ilişkisini hızla takip ederek, onun statüsüne ve inancına inanan bir adam bulacağız, ve hatta uluslararası ilişkilerdeki stratejik rolünü de görürüz, Bizans devletinin başkenti Konstantinopolis’in 15. Yüzyılda Osmanlıların eline geçmesinden sonra Moskova’yı bir kale ve küresel Ortodoksluğun başkenti olarak gördüklerinde Çarlar tarafından oynanan bir rol, bu nedenle, Ortodoks kilisesi’nin Balkanlar, Türkiye, Yunanistan, Gürcistan ve Ermenistan, Güney Kafkasya’da ve hatta Ortadoğu’da Lübnan, Suriye ve Filistin’de bölgesel çevrenin Ortodoksları üzerindeki etkisi eski haline dönmelidir; Osmanlılar, Fransızlara Katolikleri koruma hakkı verdikleri gibi, Ruslara da Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ortodoks azınlıkları koruma hakkı verdi, İngilizlere Yahudileri ve Protestanları koruma hakkını verdiler, Osmanlı tarihinde “ Milletler” meselesi olarak bilinen şey, Osmanlı imparatorluğunun daha sonra yıkılmasının ana nedenlerinden biridir.

Rus Ortodoks Kilisesi’nin uluslararası ilişkilerdeki rolü, her şeyden önce, Rus siyasi sisteminin eylemlerine dini meşrutiyet dayatması anlamına gelir ve Ortodoks mesajının evrenselliğini inanarak, Rus bölgesel ortamında, kuzey ve güney Karadeniz boyunca, sonra Ortadoğu’da ve sonra dünyanın geri kalanında etkisi geri dönmesi, ABD Başkanı Joe Biden’ın Putin’in son konuşmasını neden “Rus emperyalizmi” olarak nitelendirdiğini bundan anlıyoruz.
Putin’in en belirgin eleştirisi, Amerikan ve Avrupa emperyalizminin dayandığı, cağrıda bulunduğu ve yol açtığı entelektüel ve kültürel projesi ve Putin’in kategorik olarak reddettiği cinsel özgürlük ve eşcinsellik meselesidir, bunu milletlerin, medeniyetlerin ve ülkelerin yıkımı ve Batı hegemonyasının diğer halklara yeni ve yumuşak işgali için kasıtlı yapılmış bir operasyon olarak görür, merak ederek soruyor: “ Batı, dinleri, değerleri ve gelenekleri reddeder hale geldi. Rus halkı olarak anne ve babamıza Anne ve Baba yerine “1 Numaralı Ebeveyn” ve “2 Numaralı Ebeveyn” denmesini istiyor muyuz?.
Ayrıca demokrasi çağrısında bulunan ama aslında diktatörlükleri ve otoriter rejimleri sağlamlaştıran Batı emperyalizmini de eleştirdi, aynı zamanda özgürlük ister ama onu köleleştirir, bunun örneklerini Batı’nın bugüne kadar döndürdüğü Afrika ve diğer ülkeler verdi, servet biriktirmek için onları yağmalıyor ve zenginliğini kullanıyor, tıpkı kendi çıkarları için buğday çıkarılmasına izin verdikleri Ukrayna’da yaptıkları gibi, ve yoksul ülkelere sadece 5% bıraktılar dedi.

Ancak Putin, yanlızca Batı ve başkalarıyla olan çekişmelerinde veya çatışmasında Ortodoks algılara dayanmıyor, ancak stratejik fikirlerini hem Ortodoks inancından hem de Rus tarihinden alan bir Rus felsefi düşüncesine de dayanır, Dugin’in birçok kitanbında ve medya röportajlarında yazdıklarına döndüğümüzde, onun her zaman “Rusya imparatorluk olmadan anlamsızdır” dediğini görürüz, ünlü kitabı “Rusya’nın Jeopolitik Geleceği”nin üçüncü bölümünü de bu amaçla düzenledi, ya da El Cezire televizyonunda “ Ya dünya Rusya’yı kabul eder ya da dünya olmayacak” demesi tartışmaya yol açması gibi.

Dugin’in Putin döneminde Rus siyasi düşüncesini oluşturan iki temel kökene bağlı kaldığı bu entelektüel tezler, ABD Başkanı Biden’ın terminolojisiyle “emperyalizm” olan egemen uluslararası ilişkilere sahip Ortodoksluk ve bin yıllık Rus tarihidir. Rusya’nın özellikle Orta Asya ve Siberiya bölgelerinde, ardından Hazar Denizi ve Karadeniz’de ve son olarak da Kafkaslar ve Balkanlar’da, Avrasya çevresine büyük ölçüde hakim olduğu bir tarihtir. İmparator Büyük Petro (ö. 1725) siyasi vasiyetini yazarken bu stratejilerin önemini ve kararlığını fark etmiş ve kendisinden sonraki Rus siyasetinin liderlerine bu stratejik düşüncenin önemini ve kalıcılığını hatırlatmıştır, Putin de Büyük Peter’e olan hayranlığını gizlemiyor.

Halkları işgal eden ve onların iç kültürlerini, kimliklerini, değerlerini ve tarihini yok eden Batı’nın politikalarına ve fikirlerine büyük ölçüde kültürel bir eleştiri getiren Putin’in konuşması, Batı basınında karışık tepkilere yol açtı. Bazıları konuşmasını “ medeniyet çatışması” olarak nitelendirirken, ABD Başkanı Biden bunu “emperyalist” bir konuşma olarak nitelendirdi. Sanki Amerika Birleşik Devletleri otuz yıldır ilk kez, Britanya’nın Falkland Adaları’nı işgal etmesine izin vermekle kendini gösteren emperyalist eğilimlerinin ve hırslarının önünde duran, sağlam ideolojik kökleri olan ve bir projesi olan başka bir emperyalizmin olduğunu hissediyor gibi ve günlük Filistin trajedisinde ve Irak ve Afganistan’ı işgalinde ve Amerikan stratejik alanlarında askeri darbeleri desteklemede ve Orta Doğu’da mezhep ve etnik savaşları ateşlemede, ilk kez Rusya’da ve ondan önce Çin’de küresel emperyalizmini tehdit eden iki tehlikeli düşman gördü.

Geçen yüzyılın doksanlı yılların ortalarında yayınlanan Samuel Huntington’ın “Medeniyetler Çatışması” kitabını tekrar hatırlayalım, kendi görüşüne göre, ulus devletlerin ekonomik ve politik çıkarlar üzerindeki mücadelesini aşacak olan gelecekteki küresel çatışmaların temellerini öngörmektedir, aksine, küresel çatışmaların geleceğinin kültürel ve medeniyetsel farklılıklardan ortaya çıkacağına inanıyor. Bugün Putin’in Hristiyanlık, İslam, Musevilik, Budizm ve diğerlerinden kaynaklanan Rus değerlerinin bu Batılı planlara güç ve kararlılıkla karşı çıkacağını açıkça ilan eden konuşmasında gördüğümüz şey budur, ve Rusya’nın eski Sovyetler Birliği tarafından kaybedilenleri yeniden kontrol altına alacağı ve Rusya’nın Putin ve peşinden gelenlerin projesinin Ukrayna sorununu aşama aşama aşarak yeni dünya düzenini “çok kutuplu” olacak şekilde yeniden düzenlenmesi, çatışmaların sıklığında ve tırmanmasında bir artışa işaret eden şey.

Putin’in kesinlikle ve açıkça ilan ettiği bu büyük hedeflere ulaşmak için Rusya’nın askeri, stratejik, siyasi ve diplomatik yeteneklerini elbette göreceğiz. Hâlâ küresel ve teknolojik güce ve etkiye sahip olan Batılı güçler karşısında, Putin’in görüş ve hedeflerini Amerikalıların tanımladığı gibi “Kremlin’de gerçeklerle hiçbir ilgisi olmayan çığlıklar” yapıyor, ancak Putin’in son yirmi yılda Kafkasya’da, Kuzey Karadeniz’de ve Suriye’de denklemi yeniden değiştirmesi ve Mısır, Cezayir ve Libya’daki ve hatta Sahra altı Mali’de, Orta Afrika’da ve başka yerlerde bile Rus etkisini yeniden konumlandırması dikkat çekicidir.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.