Sosyal Medya

SİYASET

BM’nin Doğu Türkistan Raporu Neler Anlatıyor?

Ifeoluwa Siddiq Oyelami*

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği (İHYK) tarafından “Çin Halk Cumhuriyeti Sincan Uygur Özerk Bölgesi'ndeki insan hakları endişelerinin İHYK Değerlendirmesi” başlıklı raporun yayınlanmasından bugüne kadar tam iki ay geçti. Raporun yayımlanmasının ardından raporun tartışılıp tartışılmayacağıyla ilgili olarak 47 üyeden oluşan BM İnsan Hakları Konseyi oy kullandı. Ancak sanki Çin'in lobicilik faaliyetleri başarılı oldu ki sadece 19 ülke raporun tartışmaya açılmasına evet dedi. Geriye kalan ülkelerden 17 ülke hayır, 11 üye ülke ise çekimser oy kullandı. Konseyde bulunan 9 Müslüman ülkeden sadece Somali'nin raporun görüşülmesinden yana oy kullandı.  Endonezya, Sudan, Pakistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar ve Senegal raporun görüşülmemesi noktasında oy kullanması ve Malezya ile Libya'nın çekimser kalması ise oldukça ilginç bir durum ortaya çıkardı. Pekiyi, bu raporun amacı nedir ve rapor özellikle Çin'deki Uygur Türkleri ve diğer Müslüman azınlıklar hakkında neler ortaya koymaktadır?

Giriş

“İHYK’ye göre, araştırma “Sincan Özerk Bölgesi’nde yaşayan ve daha sonraki süreçte kayıp olan kişilerin sayısındaki artıştan kaynaklandı. Konsey, 2018'den beri konuyla ilgili bilgi almak için Çin ile iş birliği yapmaya çalıştı, ancak resmi soruşturma Mart 2021'de başladı.”

Çin'in azınlık Müslüman gruplara yönelik baskıcı tutumundan dolayı Sincan bölgesinde kayıp insanların sayısında yaşanan önemli artış raporlarda açıkça ortaya koyulmaktadır ve bu durum konuyla ilgilenen çevrelerde ciddi bir farkındalık oluşturmaktadır. İnsanlar kayıp aile üyelerini bildirmek için çeşitli çevrimiçi platformlar oluşturdular. Ancak bu platformların çoğunun -özellikle Çin'i eleştiren- Batılı ülkeler tarafından finanse edilmesi, bazı insanları iddiaların sadece Batı'nın Çin'e karşı siyasi bir hilesi olduğu düşüncesine itti. Fakat Batı dünyasının Doğu Türkistan’da yaşananları Çin’e karşı bir koz olarak kullanıp kullanmaması çok fazla bir anlam ifade etmektedir. Zira söz konusu acılar gerçektir ve ne yazık ki bu acılara maruz bırakılan kurbanlar Müslümanlardır.

Arka plân:

“Raporda, Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nin (XUAR) çok sayıda maden kaynağının üzerinde yer aldığı, 8 ülkeye sınırı olan ve 25,85 milyon nüfusuyla Çin'in en büyük bölgesi olduğu vurgulandı. Ayrıca bölgede Uygur Türklerinin ve çoğunluğu Müslüman Türk kökenli diğer azınlıkların yaşadığı belirtildi. Bölge, 1949'da Çin tarafından ele geçirildi. Çin'in uyguladığı zalimce politikalar nedeniyle bölgede yaşayan halklar yıllar içerisinde marjinalleştirildi.”

Çin, 1949'da son derece zengin ve stratejik açıdan önemli bir bölge olan Doğu Türkistan’ı işgal ederek bölgeyi tüm dünyaya Sincan ismiyle tanıttı. Fakat Müslümanlar yüzyıllardır bu bölgede yaşıyorlar. Burada insanı en çok şaşırtan şey ise 1945'te işgallere hayır diyen BM’nin, 1949’da bölgeyi Çin’in bir parçası olarak kabul etmesidir.

Çin'in "Sert Darbe" Kampanyası

Rapora göre, 2014'ten bu yana Çin, terörizm ve dini aşırılık olarak gördüğü her şey üzerinde “Sert Darbe” kampanyası yürütüyor. Ancak görünen o ki, Çin belgeleri terörizmin veya aşırılığın ne olduğunu somut olarak tanımlamıyor. Böyle olunca da birçok şey aşırılığın bir işareti olarak kabul ediliyor.

Bölgedeki bazı kişiler Sincan bölgesinin Çin'den ayrılarak bağımsızlığını kazanmasını ve 1944'te kurulan Doğu Türkistan milletinin tekrar restorasyonunu talep etmişlerdir. Ancak Çin, ayrılıkçı olarak yaftaladığı bu grupları -bölgeye olan hegemonyasını koruma çabasından dolayı- terörist olarak etiketledi. Bu nedenle kendisini dindar olarak tanımlayan Doğu Türkistanlıların her türlü kültürel veya entelektüel çabaları baltalamaya çalışmaktadır. Çin’in bu tutumunda bazı Uygur Müslümanların IŞİD’e katılmasının Çin üzerinde oluşturduğu korkunun da etkisi vardır diyebiliriz. Çünkü Çin işgal ettiği bölgedeki hegemonyasına tehdit olabilecek her türlü dinî ve kültürel düşünceyi tamamen yok etme çabası içerisindedir.

Raporda, Çin'in terörle mücadele adı altında oluşturduğu yasal çerçevenin akla gelebilecek en belirsiz ve ‘saçma’ görüşlere sahip olduğu belirtiliyor. Nitekim, bu sözde yasal çerçeve en temel haklardan olan inanç özgürlüğü ve protesto haklarını dahi terörizm olarak kabul etmektedir. Aslında, Çin’in Sincan Diyanet İşleri Yönetmeliği (XRAR): dini aşırılık kavramını, dini öğretilerin çarpıtılması ve aşırılığın teşvik edilmesi; şiddetin, sosyal nefretin, insanlık karşıtı eylemlerin özendirilmesi amacıyla icra edilen düşünce, konuşma ve davranış biçimleri olarak tanımlamaktadır.

İlk olarak dinsizlik üzerine kurulmuş bir hükümetin din konusunda iyi ve adil bir düzenleme kuruluna sahip olacağı akıl ve mantığa aykırıdır. Aklı başında her insan, Çin mevzuatının satır aralarını okuduğunda bu mevzuatta özellikle Müslümanların hedef alındığını açıkça görür. Raporda, Çin hükümetinin resmi olarak en temel İslami ilkeleri ve değerleri aşırılıkçı olarak değerlendirdiğini görüyoruz.

Rapora göre, XRAR yalnızca aşırı idealleri yasaklamakla kalmıyor, aynı zamanda aşırı düşünmeyi, kıyafetleri, sembolleri, işaretleri ve içeriği de yasaklıyor. Böylece, 75 işaretten oluşan geniş bir aşırılıkçılık listesi kamuoyuna duyuruluyor. Sakallarını uzatmadan, sigarayı bırakmaya, içki içen ve sigara içen diğer insanlarla etkileşime girmeyi reddetmeden, futbol maçına katılmamaya, konser ve müzik yarışmalarına katılmamadan, televizyon izlememeye, başörtüsü takmadan, Ramazan ayında restoran kapatmaya kadar pek çok temel hak bu listede aşırılıkçılık olarak ifade ediliyor. Çin’in bu listesinde, İslami bir ideolojiyi savunmak veya onu destekleyen kitapları, sesli veya görüntülü materyalleri indirmek /paylaşmak da terörizmdir.

Yazık! Çin, camilerimizde öğretilen birçok şeyi aşırılık eylemleri olarak sınıflandırdı. Demek ki Çin, Müslümanların terörist olmadıklarını kanıtlamak için haram işlemelerini istiyor. Bu yaşananlar Doğu Türkistan bölgesindeki Müslümanlarla ümmet arasında da bir engel oluşturuyor. Zaten İslamî değerleri öğretmek bölgede bir suç olduğu için insanlar ancak internete başvurarak bilgi edinmeye çalışıyorlar. Fakat internet üzerinden bilgi edinmeye çalışmak dahi cezaya söz konusu bir suç olarak kabul edilebiliyor. Bu uygulamalar devam ederse birkaç yıl içinde bölgede İslam'ın varlığından söz edemeyeceğiz. İşta asıl korkutucu olan konu tam da budur.

Çin’in Uyguladığı Cezalar

Rapora göre; Çin dünyaya kendisini hümanist göstermek için suçluların hapse girmek veya Mesleki Eğitim ve Öğretim Merkezi’ne (MEÖM) gitmek arasında bir seçim yapmasına hak tanıyor. Ancak araştırmada görüşülen bireyler, bu tür seçimlerin yapılmadığını ve herkesin MÖEM’e alındığını belirtmektedir. Çin, MÖEM’in esnek bir eğitim merkezi olduğunu iddia ediyor, bu yüzden yalan propagandalar yapan tanıtım videoları yayınlıyor. Ancak görünen o ki oraya giden kimse ne zaman döneceğini bilmiyor ve bu kişilerin akıbetleri hususunda ailelerine dahi haber verilmiyor.

Diğer durumlarda olduğu gibi, Çin her zaman kendince uydurduğu terminolojiler ile acımasızlığını örtbas etmeye çalışmaktadır. Çin’in Mesleki Eğitim ve Öğretim Merkezi adını verdiği oluşum, kendisini zararsız görünmek ve uyguladığı asimilasyon politikalarını gizlemek için inşa ettiği bir yapıdır. Burası bir mesleki eğitim merkezi olarak sergileniyor. Hakikatte ise bu merkez, kalıp kalmama konusunda tercih yapamayan zavallı insanlara her türlü işkencenin yapıldığı bir kölelik merkezidir. Merkezlerde yapılan şeyler duyunca insana Endülüs Müslümanlarına karşı engizisyon mahkemesini anımsatıyor.

İHYK araştırmasına göre, ‘deradikalleşme’ adına açılan bu kamplar yıllar içinde büyüdü. Çin hükümeti bu tesisleri dünyaya tanıtmak için hep propaganda videoları çekmeye çalıştı. Fakat bu kamplar kesinlikle Çin’in gösterdiği gibi değildir. Buralar, silahlı adamlar tarafından korunan katı yapılardır. Bu merkezlerde insanlar coplarla dövülüyor, 'kaplan sandalyesinde' sorguya çekiliyor. Silahlı adamlar gece gündüz kimse ibadet etmesin veya kendi dillerini konuşmasın diye nöbet tutmaktadır. Bütün bunların yanında, bu merkezlerde Çin’in siyasi öğretileri insanlara empoze ediliyor. Mahkumlar bazı tıbbi uygulamalara tabi tutuluyor. İnsanlara bilmedikleri haplar, iğneler yapılıyor ve insanların kan örnekleri alınıyor. Kadınlar, özel odalarda cinsel şiddet ve bazı tecavüz olaylarına maruz bırakılıyor.

Çin'in 'gözaltı kampları' bir süredir dünya kamuoyunda tartışma konusu oldu. BBC ve diğer bazı medya kuruluşları geçmişte bu konuda bilgi almaya çalıştı, ancak bu raporun yaptığı gibi kimse ayrıntılı olarak bilgiler veremedi. Hiç şüphe yok ki insanlar İslam'ın ışığını söndürmek istediklerinde en aşırı ve garip yöntemlere başvururlar. Endülüs'te, ABD'de, İsrail'de olduğu gibi Çin de kendi şartlarını kullanarak insanların dinlerini terk edip kendi dinsiz yollarına girmelerini sağlamak için her şeyi mubah görüyor. Bununla birlikte mazlumlar üzerinden maddi kazançlar elde etmeye çalışıyor.

Çin'in kamplarından biri. Kaynak: BBC 

Rapora göre, 'meslek kampı' imalat sanayi için insan kaynağı olarak da kullanılmaktadır. Kampın ‘mezunları’ çalışmak üzere fabrikalara götürülmektedir.

Çin, dünyaya kampları bir tür beceri edindirme programı olarak tanıtmak istese gerçekler tamamen farklıdır. Çünkü kamplarda insanlar zorla çalıştırılmaktadır. Daha da ilginç olan ise dünyaca tanınan markalar, Çin’de fabrika kurup bu insanlık dışı uygulamalardan menfaat devşirmeye çalışmaktadır. 

İslam Mimarisinin Yıkımı

Rapora göre Çin, birçok camiyi yıkmış, bazılarının minarelerini kaldırmış ve bölgedeki İslam mirasını yok etmiştir.

Kafirler, İslam'ın kadim tarihinin ve Müslümanların yeryüzü varlığının işaretlerini kabul etmekte her zaman zorlanmışlardır. Dolayısıyla Çin, çok iyi yaptığı asimilasyon uygulamasına dayanarak, Müslümanların kendi dillerini konuşmalarını ve kitaplarını okumalarını engellemek de dahil olmak üzere Müslüman varlığının her türlü işaretini ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır.

Mahremiyet

Rapora göre Müslümanların faaliyetleri takip edilmektedir. Çin, 1,1 milyon yetkilisini ziyaret bahanesiyle Müslümanların evlerine göndermiştir. “Halkı Ziyaret Et, İnsanlara Fayda Sağla ve Halkın Gönüllerini Bir Araya Getir” adlı bir proje başlatarak insanların mahremiyetine saldırmıştır. Bu zorunlu ziyaretler sırasında yetkililer, aile ile birlikte yemek yiyip içmekte ve çocukların beyinlerini yıkamaya çalışmaktadır.

Bu gerçekten çok garip, çünkü hiçbir medeni toplumda zorunlu ziyaret kavramı yoktur. Ancak Çin bunu Müslümanların izini sürmek, onları dinlerinden uzaklaştırmak ve çocuklarını kendilerine düşman etmek için bir araç olarak benimsemiştir.

Sonuç

Rapor; üreme hakları, zorbalık, aile ayrılıkları, akademisyenlerin ve aydınların hapsedilmesi gibi üzerinde durmadığımız bazı konuları da ele almaktadır. Fakat raporda yer almayan pek çok şey de var kuşkusuz. Dini ve etnik kökeni ne olursa olsun merhametli olduğunu iddia eden herkes bu kötülükleri tanımalı ve onlara karşı sesini yükseltmelidir. Ancak ne yazık ki zengin ve güçlü ulusların istediklerini yaptığı adaletsiz bir dünyada yaşıyoruz.

BM raporu, Çin'in tüm bunları uyguladığı ve kendi hukuk çerçevesinde yasal hale getirdiğini gösteriyor. Bu, aslında Doğu Türkistan’dan kaçan kişilerin yıllar boyunca anlattıklarını doğrulamaktadır. Ancak ne yazık ki, ekonomik bir güç olan Çin'i hesaba çekmeye hiçbir ülkenin gücü yetmeyecek gibi görünüyor. Çin, tıpkı kendisine yöneltilen birçok suçlamayı çeşitli ambalajlarla boşa çıkarttığı gibi, BM’nin bu raporunun da altını oymaya çalışmaktadır. Çin gerçekten iddia ettiği gibi samimiyse, şüpheye yer bırakmasın, Türkistan bölgesindeki Müslümanların dünya çapındaki kardeşleriyle iletişim kurmasına izin versin. Ünlü Müslüman davetçileri davet etsin, Doğu Türkistanlılara seyahat özgürlüğü versin. Ama Çin bunları yapabilir mi?

Son olarak, dünyanın birçok yerinde zulme uğrayan Müslümanların yapması gereken ilk şey birlik ve beraberliklerini tesis etmektir. Oluşturulacak bir İslam Birliği yapısıyla Müslümanlar ve tüm mazlum insanlar, Çin’in ve Batılı emperyalistlerin zulmünden kurtarılmalıdır.


 *Zekiye Göç tarafından İngilizceden Türkçeye çevrilmiştir. 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.