Sosyal Medya

ANASAYFA

Halifeliğin Önemi

Dr.Halit İmam
 
Hilafet yıkıldığında Filistin, Türkistan, Balkanlar, Bosna, Keşmir, Irak, Mısır, Suriye, Lübnan, Yemen, Libya, Afganistan vb. İslam ülkelerinde birçok kargaşa yaşanmış, düşman İslam ülkelerini işgal etmeye ve var olan huzuru bozmaya başlamıştır. Halifelik İslam’a ve Müslümanlara ait bir makamdır, yeryüzünde İslam ve Müslümanlar varsa bu makam da vardır. Halifeliği bir millet ve ve bir kurum kaldıramaz.
 
Giriş

Daha önce Dr. Halit İmam İdrakpost dergimizdeki büyük İslam Devletleri “Emevi, Abbasi ve Osmanlı Hilafet miydi Saltanat mıydı?" adlı makalesinde: “Günümüzde İslam memleketlerinde yaşanan her türlü kaosun arka planında İslam düşmanlarının gizli ve sinsi planlarını görmekteyiz. Bunun için son yirmi yılda İslam ülkelerinin haritası dünyevi menfaatler uğruna öldürülen masumların kanıyla çizilmiştir. Şüphesiz ki bu haritalar yapaydır ve Batı emperyalizminin hak hukuk tanımaz sömürgeci politikalarının bir ürünüdür. Yaşanan bu zulüm atmosferinde, Müslümanların huzura kavuşmalarının önünde emperyalist zalimlerle iş birliği içerisinde olan hain yöneticiler sürekli bir engel oluşturdular ve oluşturmaya devam etmektedirler. Fakat yaşananları gerçekçi bir şekilde fark edemeyen Müslüman halklar bu satılmış yöneticileri bir kurtarıcı olarak görmektedirler. Bu noktada esasında Müslümanların ilk kurtulmaları gereken şey kendilerine kurtarıcı olarak gördükleri maşa yöneticilerdir. Bütün bu sorunlara çözüm arama yoluna girdiğimizde karşımıza ilk çıkan kavram “hilafet”tir.” demişti.
 
Hilafetin Anlamı
 
Müslüman sosyoloji tarihçisi Endülüslü ve Mısırlı İbn-i Haldun “Mükaddime"sinde "Hilafet dediğimizde iki ana noktaya değinmiş oluruz: Biri, halifeyi temsil eden devletin hâkimi, yani hükümet. Diğeri ise Hz. Peygamber’in (s.a.v) yerine İslam şeriatının hükümlerini uygulamayı ifade eden naipliktir. Peygamber Efendimiz, bir hadis-i şerifte hilafetin devirlerini şöyle anlatmıştır. “Peygamber’in izinden giden halifeler dönemi otuz senedir. Bundan sonra krallık gelir veya Allah c.c. dilediğini hükümdar yapar.”   Bir başka hadis-i şerifte ise şöyle buyurmuştur: “Benden sonra ümmetimde halifelik otuz yıldır. Sonrasında hükümdarlık gelir.”  Bu hadislerden yola çıkarak Hz. Hasan’ın asıl halifelikten çekilmesiyle birlikte bu otuz yılın tamamlanmış olduğunu ve Raşit halifeler döneminin sona erdiği sonucuna ulaşabiliriz. Zira Efendimiz (s.a.v) hicretin 11. senesi Rebiyülevvel ayında vefat etmiş, Hz. Hasan ise H.41 yılının Rebiyülevvel ayında halifelikten çekilmiştir."
 
Hadis-i şerifler, İslam ümmetinin yaşayacağı dönemleri Peygamber (s.a.v) dönemi, raşit halifeler dönemi, krallar dönemi, zorla göreve gelen hükümdarlar dönemi ve Peygamberlerin yolundan giden halifeler dönemi olmak üzere 5 kronolojik döneme ayırmaktadır. Peygamber efendimiz, yukarıda geçen hadiste sünnete tabi olan halifelerin ve onların rahmet oluşundan bahsettikten sonra krallıkların geleceğinden söz etmiştir. Ne var ki, bunlar kral olsalar da kendilerine halife demekte sakınca yoktur. Ebu Hureyre’den (r.a.) gelen bir hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor: “Yahudilere peygamberler idarecilik yapardı. Bir peygamberin vefat etmesiyle başka bir peygamber onun yerine geçerdi. Sonra da bir çok halife geldi.” Sahabe sual etti: “Bize ne emrediyorsun Ya Resûlullah?” Efendimiz (s.a.v) cevap verdiler: “Onlardan ilkine biat edin. Onlara itaat edin ve haklarını teslim edin. Onların hesabı Allah’a aittir.” 
 
Bu hadiste geçen “onlar” sözcüğü çokluk gösterir. “İlkine itaat edin” ifadesi ise, aynı anda birden fazla yönetici olmaması gerektiğini ifade etmektedir. Hz. Muaviye, dört halife mertebesinde değildir. Hatta onların uzak durduğu birkaç (şüpheli) şeyi mübah görmüştür.  Fakat her şeye rağmen genel olarak topluma faydalı ve hoşgörülü bir rahmet yönetimi sürdürmüştür. Bu yüzden sahabeler onun halifeliğinde icma etmişlerdir. Hatta Hz. Hasan da halifeliği bizzat ona teslim etmiştir. Ancak İbn-i Haldun’a göre Hz. Muaviye beşinci, Hz. Abdullah b. Zübeyr altıncı, Hz. Ömer b. Abdülaziz yedinci reşit halife sayılmıştı.  İbn-i Haldun, halifelik makamı zaman içerisinde krallığa dönüşmüş olsa da asıl ruhun bazı istisnalara rağmen bozulmadan devam ettiğini belirtmiştir. Ona göre raşit halifeler döneminde şûra yoluyla elde edilen hilafet, sonraki dönemlerde eski asabiye adetlerinin bir yansıması olarak kılıçla elde edilir olmuştur. Ancak yönetim biçiminin şûra yerine tayin ve güç ile olması, halifelik ruhunun değiştiği manasına gelmez. Çünkü önemli olan yönetim uygulamaları ve amaçlarının raşit halifelerinkinden farklı olmamasıdır. Zaten bu krallar da İslam hükümlerini ve farzları uygulamış, adaleti tesis etmiş, şer’i hükümleri tatbik etmiş ve Makasıdu'ş-Şeria’yı kendilerine hedef edinmişlerdir. Aksi takdirde raşit halifelerin yolundan ayrılmış olurlar.
 
Hilafeliğin etkisi
 
Müslümanları kendi çatısı altında toplayan büyük devlet, daha doğrusu çağdaş döneme kadar en son büyük İslami devlet olan Osmanlı devletinin tarihini herhangi bir İslami devlete benzetmeye çalışarak uyandırılan şüpheler çoktur. Çünkü Osmanlı devletinin yıkılışından beri onun yerine İslam ülkelerini tek bir devlette birleştirip cins, renk, ırk veya dil bağlaçlarından fazla inanç bağlacını güçlü kılan İslami devlet kurulmamıştır. Türkler, Osmanlı zamanında uyruğu sorulduğunda “Müslümanım, elhamdülillah” diye cevap verirdi. Mısırlı da Osmanlı devleti zamanında uyruğu sorulduğunda “Müslümanım, elhamdülillah” diye cevap verirdi.

Bunun delili, Mısır’daki İngiliz yüksek komiserinin, “Mısır’ın genel köylerinde özellikle Mısır’ın güneyindeki köylüler, Osmanlı devletinin 1. Dünya Savaşı'nda yenilmesine ve Müttefik Devletlerin Osmanlı topraklarını ele geçirmesine rağmen kendi evlerinin ve köylerin girişine Osmanlı devletinin bayrağını asmakta ısrar etmişler, savaşı kazanan İngiltere bayrağını asmak istememişlerdir. Doğrusu ellerinde silah bulunsaydı intikam olarak bizi keserlerdi. Zira Osmanlı devletinin başına gelenlerin sebebinin biz olduğumuzu zannetmişlerdir. Müslümanların, dünyanın dört bir tarafındaki Hristiyanların İslam devletinin yok olması ve İslam hilafetinin yıkılışı üzerine sevinç hissedişinden sonra hem Kahire’de hem de İskenderiye’de birçok Mısırlı Müslümanın, Osmanlı devletini yıkma konusunda bize yardımcı olan Hıristiyanlar bilhassa Ermenilerin ve Rumların mağazalarına saldırdığını fark etmiştik. Hatta Hıristiyanların birbirlerini tebrik etmesi, Mısırlı Müslümanları tahrik etti. Binaenaleyh size Mısır’da yaşananlara karşı nasıl davranacağımızı bildirmek üzere Mısır'daki durumlarını anlattık. Biz de, durumlar kontrolden çıkmasın diye güvenliği sağlamaya çalışacağız.” diye ifade eden bir telgrafın Londra’ya gönderilmesidir.

Çünkü hilafette özelliklere göre önemli iki kaide vardır. Bu kaideler şöyledir:
1- Hükümet: Yani devletin gerçek sultanıdır. Halife şahsını temsil eden devletin hakimidir. Hükümet, İslam ülkelerinin bir çoğunda da aynıdır.
2- Naiplik: Hükümet, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’in yerine islam şeriatının hükümlerini uygulamaktadır.
Bu sebeplerle Osmanlı devletinin mülklerine tamah eden Avrupa’nın tehlikelerine karşı koymak için “Osmanlılar, Osmanlı Devletinin son döneminde hilafet ismini kendilerine izhar etmişlerdir.” diyerek Osmanlılara karşı çıkmaya devam ederler. Fakat araştırma, söz konusu görüşe katılmamaktadır. Zira; Osmanlı sultanı, Yahudiler, Hıristiyanlar, ateistler, şiiler, Rafiziler vb.lerine karşı Müslümanları toplayan bir ruh otoritesi olarak Osmanlı devletinin güçlü zamanında kendisine Sultan ünvanı, zayıf zamanında ise halife ünvanı verildiği için anlamlarını birbirinden ayırmayarak hem sultan hem de halife ünvanlarını aynı zamanda kendisine verirdi.
Bunun delili, Osmanlı hilafetini kaldırmanın ilk adımı olarak Sevr Antlaşması’nın (H. 1342/ M. 1923) Osmanlı saltanatını kaldırması ve Lozan Antlaşması’nın (H. 1343/ M.1924) Osmanlı hilafetini kaldırmasıdır. Yani hilafet, saltanatın kaldırılmasından 1 yıl sonra kaldırılmıştır.

Doğu Hıristiyanları, Bizans İmparatorunun yeryüzünde Allah’ın gölgesi olduğunu zannetmişlerdir. Batı Hıristiyanları da, Roma papazının yeryüzünde Allah’ın gölgesi olduğu ve Papaların yaptıkları her eylemin Allah’ı temsil ettiği inancındadırlar. Çünkü halifelikte, şeriat halifeye tabi değil; halife şeriata ve dolayısıyla İslam hükümlerine tabidir.
Gerek Türk gerek Rafizi Büveyhî gerekse sünni Selçukluların askeri komutanlığının hakimiyetine karşı halifelerin gücünün II. Abbasi döneminde  sadece bir sembol olarak görünerek zayıflamaya başladığında hilafetin gerçek sultanının, ülkenin kontrol edilip kendi işlerinin düzeltilmesi konularında hakimiyetini kaybettiğinde İslam dünyasında büyük bir fitne kopmuş ve dolayısıyla hilafetin kendi kuvveti ve önemi anlamlarını da yitirmiştir.

Ruhi unsur da etkilenmiştir. Bu sebeple halife, İslam dünyasının bağlayıcı ve etkileyici faktöründen sembole dönüşmüştür. Vilayetlere valileri gönderemeyecek duruma düşmüştür. Halifeye vali makamına geçme iznini almak üzere bağımsız vilayetlerin valileri tarafından bereket duası almak için haber gönderilirdi. Müslümanların çoğu, sembolik olsa da daha önce Müslümanların halifesi makamına geçmemiş olan hakimlerle ilişki kurmazlardı. Halifeler, Haçlı ve Moğolların saldırılarına karşı koyamadıkları için İslam hilafetinin başkenti ve Abbasi halifelerinin merkezi olan Bağdat’ın H. 656/M.1256 yılında Moğollar tarafından yıkılmasıyla Abbasi hilafeti de yıkılmıştır.
Bu durum da, halifelerden başka Zengi, Eyyubi ve Memluklu hükümdarları gibi insanların islam merkezini savunma rolünü oynamasının izni olarak sayılır. Bu hükümdarlar, sultan ünvanıyla anılırlardı. Sultan kelimesi, “İslam'ı ve İslam’ın kutsallarını ve dolayısıyla Müslümanları  savunmak amacıyla Allah’ın yardımı ile  desteklenen kişi” anlamındadır. Halife o zamanda sadece ruhi birliğin sembolü olarak kabul edilirdi.

Yukarıda belirtildiği gibi Sultan kelimesi “İslam'ı ve kendi kutsallarını ve dolayısıyla Müslümanları savunmak amacıyla Allah’ın yardımı ile desteklenen kişi” anlamına geldiğine göre Osmanlı sultanları, Osmanlı Devletinin  dünyada ortaya çıktıktan sonra hicri 923 yılında hilafet haline geldiği zaman ülkeyi idare etme hususunda sultanların halifelerle ortaklaşmaları gerektiğini belirten Memluklu sistemini (İslam devletinin yöneticisi iki baş vardı. Birisi Memluklu sultanı ve elinde siyasi karar diğeri Abbasi halifesi Müslümanların ruhi temsilcisi idi.) kaldırmışlardır. O zamandan beri Osmanlı Sultanları, iki görevi üstlenmiştir. Bu sebeple Osmanlı devletinin güçlü zamanında sultan ünvanı halife ünvanından daha fazla kullanılmıştır. Şu nedenlerden dolayı:

Zayıflamaya başlayan Osmanlı Devletinin, Sultan ünvanının ihtiyaçlarını karşılamadığında Müslümanları kendi çatısı altında toplayarak bilhassa İslam’ın yok etmeye çalıştığı yıkıcı ve bozuk fikirler, milliyetçilik, şovenizm yayıldıktan sonra İslam ümmetinin düşmanlarına karşı Müslümanları savunarak halife ünvanının ruhi ve dini bir hava içinde düşmanlarına karşı İslam ümmetini birleştirmek için Osmanlı devletinin son dönemlerinde halife ünvanını kullanmak zorunda kalmıştır.  I. Abdülhamid, Osmanlı devletinin Kafkasya’da Haçlılar ve Rusya Çarlığı tarafından yenildiğinde Kafkasya ve Çeçenistan halklarının adına ve bilhassa “Müslümanların halifesi ve müminlerin emiri olan Abdülhamid Han’ın” adına barış belgesine imza atttığında tamamen bunu yapmıştır . Bu şekilde Osmanlı Devleti, hazır olunca yeniden Kafkasya topraklarını Haçlı Ruslardan almaya kalkacaktır. 2. Abdülhamid, 1876-1909 yıllarında İslam ümmetinin birliğini de sağlamıştır. II. Abdülhamit’e karşı yapılan 1908 darbesinde dikkat çeken şey, II. Abdülhamid’in hilafetten değil, saltanattan indirilmesidir.  İttihatçıların hedefi, dini devletten ayırma başlangıcını koymak ve “Halife ile sultan ünvanları aynı değil. Biz, II. Abdülhamit’i hilafetten değil, saltanattan indirmiştik.” görüşünü vurgulamaktır. Çünkü II. Abdülhamid’i doğru olarak  tahtan indirseler başkası gelip halife ve sultan ünvanlarını kullanırdı. II. Abdülhamid H.1327/M.1909 yılında hilafetten azledilmiştir. Yani saltanattan indirildikten bir yıl sonra hilafetten azledilmiştir. Üstelik Filistinlilerin H.1332/M.1913 yılında Osmanlı Sultanı'na Yahudiler'e karşı gönderdikleri mektupta “Ey müminlerin emiri ve Müslümanların halifesi...” ifadesi kullanılmıştır.

Halife kelimesinin kullanımının önemini gösteren bir diğer delil de Napolyon’un Mısır’ı işgal ettiğinde imparator lakabını kullanmasına karşılık Müslüman Mısırlıların ısrarla Osmanlı halifesi demeleridir. Napolyon’un askerleri Mısır’da M.1798-1801 arasında 3 yıl kalmış ve yaklaşık bir milyon insanı öldürmüştür. Bu dönemde Napolyon, Osmanlı padişahı için imparator lakabını kullanmak istemiş, ancak Mısırlılar bu ifadeyi kabullenmemiş, Osmanlı halifesi demeye devam etmişlerdir.

Halife kelimesinin önemini gösteren bir diğer delil de şudur: “İtalyanlar Libya’yı işgal etmek istediklerini Osmanlı yönetimine bildirirken yazdıkları mektupta şu ifadelere yer verirler: “Biz sizden Libya’yı istiyoruz, Ancak Libya camilerinde hutbelerde yine müm’inlerin halifesine dua edilecek”. İtalyanların böyle yazmalarının sebebi Libya halkının Osmanlı halifesine olan sevgisi ve bağlılığıdır. Libya halkını ikna etmek ve İtalya’yı işgalcı olarak göstermemek için bu yola başvurmuşlardır. Bu dönem “M.1911 yılı” Osmanlının çok zayıf olduğu bir dönemdir. Halife lakabının önemini ifade eden bir delil de şudur: “Ey Mekke-i  Şerifenin Emiri  Ahmed b. Said, biz Osmanlı Sultanı Sultan III.Selim'e itaat ederiz. Ancak bidatlerin  yıkılması gerekir. Senin aynı şekilde Müslümanlara güzel bir örnek olman gerekir.” Büyük Suud emiri, II.Mahmud’a mektupta şöyle dedi: “Ey Gazi Sultanı ve Müslüman Halifesi cenablarına, Biz size olan biatımızda devam etmekteyiz, Hilafeti Osmaniyye’den ayrılmış değiliz, lakin sizin yapmanız gereken ehli Bid’at’ın Hacca gelmelerine ve Müslümanların Hac ibadetlerini ifsad etmelerine engel olmanız ve Müslümanların büyük imamı olarak emr-i bilmaruf ve nehyi anilmünker babında bu ifsadı önlemenizdir.”

Hilafetin kaldırmasının etkisi

Ne zaman ki Osmanlı devleti yıkıldı ve Atatürk Osmanlı hilafetini ilga ettiğini “yürürlükten kaldırdığını” ilan etti o zaman İslam alemi üzerine ve özellikle doğu Asya, Hindistan,  Sindistan “Pakistan” ve Endonezya üzerinde kötü bir tesir bıraktı. Hindistanlılar Osmanlı üniversitesini Haydarabat şehrinde kurdular ve İslam şairleri emperyalist hücumlara karşı İslam milletlerini uyandırmaya çalıştılar, ırkçılığa engel olmaya çalıştılar. "Hintli, Arap, Fars, Türani “Türk” yoktur, hepimiz Müslümanız" dediler.
Hindli Müslüman şair Muhammed İkbalin dediği gibi:

“Ne kadar Kays ve Temimi ile övünseler de, ben Müslümanım, ben İslam’ın oğluyum. İslam’dan başka babam yoktur”.
Son halifenin şeyhülislamı Mustafa Sabri Efendi şöyle der: “Osmanlı hilafeti milletleri bir din ve bir akide etrafında toplamıştı; lakin milliyetçilik onları dağıttı”.
 
Sonuç:
Buraya kadar verilen bilgilerden anlaşıldığına göre Osmanlı devletinin hilafet devleti olmadığı iddiasının aslı yoktur. Özellikle hilafet sembolü olan eserlerin Topkapı sarayı müzesinde mevcut olması, Osmanlı devletinin hilafet devleti olduğunun delilidir. Osmanlının sadece son zamanlarında hilafet devleti ve son halifenin Abbasi halifesi III. Mütevekkil alallah olduğu iddiası doğru değildir. Osmanlı devletinin hilafet devlet olduğunun bir delili de şudur: Eğer Osmanlı devleti hilafet devleti olmasaydı başka İslam devletleri hilafet devleti olduklarını iddia edebilirlerdi. Fakat Osmanlıların hakim oldukları dönemde böyle bir iddiaya rastlamıyoruz. Japon impratoru “İslam nedir?” sorusunu sorduğu mektubu Osmanlı halifesine göndermiştir. Çünkü Osmanlı sultanı, hilafetin temsilcisidir. Mekke şerifi Bereket b. Mehmed’in, Peygamberimiz (s.a.v.)’e ait eşyaları, Osmanlı Padişahı Yavuz Selim’e göndermesi de Osmanlı Padişahının halife olmasındandır. Peygamberimize ait eşyaların hilafet sembolü sayılanları üç tanedir. Bunlar: ”Hırka, Mühür, Kılıç”. Diğer kutsal emanetlerin İstanbul’da Topkapı sarayında bulunması, hutbelerde Osmanlı halifesine dua edilmesi, Osmanlı halifesi adına, basılan paralar, Osmanlı halifesinin giydiği elbiseler üzerindeki işaretler, hepsi Osmanlı sultanının halife olduğunun işaretidir.
 
Osmanlı sultanlarının giyim tarzı İstanbul ve Anadolu’da yaygındı, Fakat İstanbul ve Anadolu dışına yayılmadı. Rafızi olan Safevi Sultanı I.Tahmasb’ın Osmanlı Sultanı Kanuni Sultan Süleyman’ın halifeliğini ve İstanbul’un darulhilafe olduğunu kabul etmediği için Kanuni ile I.Tahmasb arasındaki Tebriz Savaşı da Osmanlı devletinin hilafet devleti olduğunun delillerindendir. Hilafet ve İslam birliği Kur’an-ı Kerim'de farzdır. Bu farz ile ilgili Allah c.c. şöyle buyurmuştur: “Bir tek ümmet, yalnızca bu sizin ümmetinizdir. Bir tek din, zamanla değişmeyen tabiî hukuk kurallarını içeren din, yalnızca bu sizin dininiz, bu sizin şeriatınız İslâm'dır. Ben de sizin Rabbinizim. Bana sığının, benim emirlerime yapışın, günahlardan arınıp azâbımdan korunun. (Res:1).

 
(Res:1) H.1223 yılına ait, II.Mahmud’un Parası, Paranın üzerinde İstanbul ismi şöyledir: “Darul Hilafeti el-Âliyye- Yüksek Hilafetin evi-  " دار الخلافة العلية
 
İngilizler Lozan Antlaşmasını halifeliğin kaldırılmasından (3 Mart 1924) sonra imzalamıştır. (6 Ağustos 1924 ) Bu da gösteriyor ki İslam topraklarına musallat olmuş İngiliz sömürüsünün önündeki engel onların isteği ile kaldırılmıştır. İslam halifeliğini acilen Müslümanlar yeniden kurup İslam topraklarına musallat olmuş Haçlıları çıkarıp Müslüman dünyasını kafirin insaf ve işgalinden kurtarmalıdır.
 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.