İSLAM
İbrahimî Ev: Bir Müslümanın Bakışı
Ifeoluwa Siddiq Oyelami
Birleşik Arap Emirlikleri, bir dizi dinler arası diyalog ve etkinliğin ardından, cami, sinagog ve kilisenin yer aldığı bir yapı kompleksi olan İbrahimî Ev'i hayata geçirerek bu faaliyetleri zirveye çıkarmıştır. Bu binaya "İbrahimî Ev" adı verilmiştir ve Şeyh-i Ezher Ahmed el-Tayeb tarafından imzalanan bir barış anlaşmasının hayata yansıması olduğu söylenmektedir. İbrahimî ev, Hz. İbrahim'in adının Ortadoğu siyasetinde kullanılmasının bir başka örneği gibi görünmektedir. Trump yönetimi sırasında İsrail'in Filistinlilere yönelik zulmüne rağmen bazı Arap ülkelerinin İsrail'le diplomatik ilişkileri kabul etmesine neden olan İbrahimî Anlaşmasını daha önce gördük. Sürekli gündeme gelen "İbrahim dini" söylemini de duymuşsunuzdur. Peki, bunlar nedir ve BAE'nin “İbrahimî Ev” ile dayattığı İbrahimî kardeşlik kavramı gerçekte ne anlama gelmektedir?
İbrahimî nedir?
Popüler tanımıyla İbrahimî, Yahudi, Hristiyan ve İslam kutsal kitaplarında bahsedilen ve inanca sıkı sıkıya bağlı olan Allah'ın peygamberi İbrahim ile ilgilidir. İbrahimî dinler terimi, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Hristiyanlar ve Yahudiler arasındaki kardeşlik bağlarını güçlendirmek için Hristiyanlık ve Yahudiliğin genel adı olarak kullanılmaya başlandı. 20. yüzyılın sonlarına doğru Batı karşıtı söylemler artarken karşılaştırmalı Batılı din uzmanları ve siyasetçiler tarafından Müslümanlar da İbrahimî dinler söylemine dahil edilmeye başlandı. 11 Eylül saldırılarının ardından, Müslüman dünyasında dinler arası diyaloglar arttı ve bu terim bazı Müslüman entelektüeller tarafından da kabul edilmeye başlandı.
"İbrahim dinleri" terimi günlük siyasî ve sosyal tartışmalarda zararsız gibi görünse de, ilgili dinlere atıfta bulunmak için kullanıldığında tartışmalı bir terim haline gelir. Zaten birçok Hristiyan ve muhtemelen Yahudi bu terimi tamamen reddetmiştir, bunun nedeni anlaşılabilir. Müslümanlar açısından ise İbrahimî tabiri ve onunla bağdaştırılan özellikler Kuran'ın ruhuna uygun değildir. Hatta Kuran'da "İbrahim dinleri" tasnifi için bir yer bile yoktur. İslam'da bir yolun İbrahimî olabilmesi için, Kur'an'ın "Milat İbrahim" (İbrahim'in yolu/dini) olarak tanımladığı yolun özelliklerine uygun olması gerekir.
İslam teolojisinde temel insan tasnifi Müslüman ve kâfir olsa da, İslam hukuku, Kur'an ve sünnet ışığında, "Ehl-i Kitap" olarak nitelendirilen bir grup insanı kabul etmektedir. Bu grup vahyolunan kitaplara bir ölçüde uyan Yahudiler ve Hristiyanlardan oluşur. Bu durum, bu iki toplumun diğerlerinden farklı özelliklere sahip olduğu ve Müslümanların bu toplumlarla belirli ilişkiler kurmasına izin verildiği anlamına gelir. Kitab Ehli, anlamına gelen "Ehl-i Kitap" terminolojisi, ne kadar güzel bir çağrışımı olsa da aslında kitapları taşıyan ancak ne olduklarını anlamayan bir eşek meseliyle özetlenir (bkz. Cum'a 62:5). Bu da kendi kutsal kitaplarındaki birçok ilkeyi sürdürmekte zorlanan Hristiyanlar ve Yahudilerin halidir.
Kuran'a göre “İbrahimî” nedir?
Kur'an, Hristiyanları ve Yahudileri "Ehl-i Kitap" olarak tanımlarken, Hz. Muhammed'e uyanları ise Müslüman olarak adlandırmaktadır ve bu iki gruba herhangi bir özel isim vermemektedir. Bu durumda, neden bu iki grup "İbrahimî dinler" adı altında birleştiriliyor? Hac Suresi'nin 77-78. ayetlerinde, İbrahimî yolu tarif eden ifadeler bulunmaktadır. Allah, bu yolda olanların amellerini sıralamakta, onları rükuya, secdeye, ibadete, hayra ve haklı cihada çağırmaktadır. Allah ayrıca, bu yola girenlerin daha önceki kitaplarda ve Kuran'da Müslüman olarak adlandırıldığını belirtmektedir. Allah, onlara namazı ve zekâtı gözetmelerini, Allah'ı velî edinmelerini emretmektedir. Sonuç olarak, Kur'an'da anlatılan İbrahimî yol, son elçi Muhammed'in yoludur. Kim onun getirdiğine uyarsa hem İbrahimî hem de Müslüman olarak kabul edilir.
Yahudilerim ve Hristiyanların İbrahim'e sahip çıkmaları neden sorunlu görülüyor, diye bir soru sorulabilir. Aslında İbrahim yolunda olduklarını iddia edebilirler. Hatta bazı yapay dinler bile aynı iddiayı ortaya koyarlar. Ancak, bunu söylemek, gerçekten İbrahim'in yolunda olduklarını kanıtlamaz. Zaten bu söz de bugün başlamadı. Hz. Peygamber'in yüzüne karşı bile bunu söylediler. Ancak, Allah cevaben Müslümanlara, "Biz müşrik değiliz, İbrahim yolundayız." demelerini emretti. Müslümanlara, kendilerini Ehl-i Kitap'tan ayırmak için, Ehl-i Kitap'ın kaçtığı noktada olduğunu vurgulamak için, Allah'ın gönderdiği tüm peygamberlere inanmaları emredildi. (Bakara 2:135-139) Bu polemikler şu ayetle taçlandırılır:
“Yoksa siz, “İbrahim de, İsmail de, İshak da, Yakub ile Yakuboğulları da Yahudi, ya da Hristiyan idiler” mi diyorsunuz? De ki: “Sizler mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?” Allah tarafından kendisine ulaşan bir gerçeği gizleyen kimseden daha zalim kimdir? Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.” (Bakara 2:140)
Bu durum, İbrahimî tabirinin Kuran'ın ruhuna uygun olarak İbrahim'in gerçek mirasını desteklemedikleri için Yahudilere ve Hristiyanlara uygun olmadığını gösterirken bu durumun onlarla insani bir diyaloga girmemiz gerektiği anlamına gelmediği açıktır. Kur'an, böyle bir ilişkinin yasaklanmadığını ve Hz. Peygamber'in onlarla sosyal ve ekonomik ilişkiler kurduğunu belirtmek lazım. Ancak, inanç temelli diyalog konusunda Kur'an ve Sünnet'in öğrettiklerini bilmek önemlidir.
Kur'an ve Sünnette Dinler Arası Diyalog
Kuran'ın pek çok ayeti, diğer inançlara sahip insanlarla olan ilişkilere cevap vermek ve bu dinlerin mensuplarının İslam'a ilişkin bazı sorularını aydınlatmak için indirildiği anlaşılabilir. Örneğin, İhlas suresi, Allah'ın soyunu merak eden müşriklere Allah'ı tanımlar. Maide suresinde ise Müslümanların Ehl-i Kitap ve diğerleriyle olan ilişkileri hakkında birçok ayet bulunmaktadır. Ayrıca, dinler arası diyalogun Peygamber döneminde nasıl olduğunu anlatan bir sure de Ali İmran suresidir. Kur'an'ın üçüncü suresi olan Ali İmran, bize neler anlatıyor?
200 ayetten oluşan bu surenin ilk 80 ayeti, dinler arası diyalog konusunda önemli bir yer tutar. Çünkü bu ayetler, Hz. Peygamber'in kabul ettiği Nacranlı bir Hristiyan heyetiyle gerçekleştirdiği diyalogu yansıtır. Peygamberimiz, Hristiyan heyetini mescidinde kabul etti ve aralarında inançları ile İslam arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları ortaya koyan bir diyalog başladı. Bu diyalogun amacı, Hristiyanları gerçeğe çağırmaktı. Misafirler, Hz. Peygamber'e Hz. İsa hakkında ne düşündüğünü sordu. Peygamberimiz kendisinin Allah'ın elçisi olduğunu söylediğinde, misafirler itiraz ederek onun Allah'ın oğlu olduğunu söylediler. Bunun üzerine Peygamberimiz, "Oğul babasına benzemez mi?" diye sordu. Gerçekten de öyle değil midir? Ardından "Elif-Lam-Mim. Allah, kendisinden başka hiçbir ilah yoktur. Diridir, kayyumdur." (Al-i İmran 3:1-2) ayeti indi. Yani İsa, Allah'ın oğlu olsaydı her zaman diri ve kayyum olması gerekmez miydi? Bu tartışma, İsa Mesih'in mucizevi doğumu üzerine devam etti ve Peygamberimiz, bir mucizenin mutlaka ilahi statüsüne götürmeyeceğini gösteren ayetleri kullanarak misafirlere cevap verdi.
Ali-İmran diyaloğu, Hz. İbrahim’in yolunu içermiş olsa gerektir ki, Allah 68. Ayette şöyle buyurur: “Şüphesiz, insanların İbrahim’e en yakın olanı, elbette ona uyanlar, bir de bu peygamber (Muhammed) ve mü’minlerdir. Allah da mü’minlerin dostudur.” İşte bu diyalog böyle gerçekleşti! Ayetler, ibret alacaklar için hâlâ ortada dururken, Necranlı Hristiyanlar ikna olmadılar. Ve şu ayet tüm olup bitenleri özetlemektedir:
“De ki: “Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Yalnız Allah’a ibadet edelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâh edinmesin.” Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: “Şahit olun, biz Müslümanlarız.”
Özetle, İslam'ın Hristiyanlar ve Yahudilerle ortak noktaları bulunur. Ancak bu ortak noktaların pratikte bazı prensipler ve uygulamalar üzerine inşa edildiği ve bu prensiplere katılmayanlara sadece "durumumuz budur" diyebiliriz. Bu konu, Hz. Peygamber'in Necranlı Hristiyanlarla yaptığı görüşmede göründü. Hz. Peygamber, onlardan mübahale (yalancıya lanet duası; bkz. Ali İmran 3:61) yapmalarını istedi. Ancak bunu reddeden Hristiyanlar Müslümanlarla barışçıl bir şekilde yaşamayı tercih ettiler.
Sonuç
Kuran'ın İbrahimî söyleme nasıl yaklaştığına baktığımızda, BAE hükümetinin bugün yaptıkları durumla hiçbir şekilde eşit olmadığını görüyoruz. Tüm projenin bir hoşgörü kültürü oluşturmaya yardımcı olacağı ve birçok sosyal ve politik sorunu çözeceği iddia ediliyor. Ancak, barış ihtiyacı varsa, dinin ilkeleriyle oynamak garanti edilmez. Çünkü proje, İslam ile Ehl-i Kitap dinlerinin eşit görülmesine zemin hazırlamayı amaçlamaktadır. Bu nedenle, bazı âlimler İbrahimî Ev'de yer alan camiye Mescid-i Dîrâr (bkz. Tevbe 9:107-108) statüsü vermişlerdir (bkz. Tevbe 9:107-108). Çünkü o Müslümanlar arasında bölünmeye ve inançlarına zarar vermenin yanı sıra, barışa da engel olabilir. İlginç bir şekilde, Hz. Peygamber döneminde Mescid-i Dirar'ı inşa edenler de "Amacımız sadece iyi bir şey yapmaktı" demişlerdir.
BAE ve işbirlikçileri, "İbrahimi Ev" projesinin Ortadoğu'ya ve dünyaya barış getirmeyi amaçladığını iddia ettiler. Ancak, gerçek barış konularını ele almaktan çekiniyorlar ve Siyonistlerle barışmayı çok istedikleri halde pratikte kendi Arap komşuları arasında çatışmaları alevlendiriyorlar. Gördüğümüz gibi, “İbrahimî Ev” projesinden en çok heyecanlananlar, projeyi doğuran anlaşmaya dahi taraf olmayan Siyonist Yahudiler oldu. Hatta bazı İsrail ve İsrail yanlısı medya organları, adeta olayı asrın başarısıymış gibi yansıtıyorlar. Ne de olsa proje, BAE'de özel olarak inşa edilmiş ilk sinagogu barındırıyor. Her halükârda devam edecek gibi görünen bir dizidir. Şu an BAE gururla Orta Doğu'daki en büyük Hindu tapınağına ev sahipliği yapıyor, ancak hinduwata hükümeti Hindistan'daki Müslümanlara yönelik aşırılıkçılığını hiçbir zaman umursamadı. Sonuç olarak görünen şudur ki, BAE kendi ekonomisi ve Batı dünyasındaki imajıyla daha çok ilgileniyor ve dini konuları yem olarak kullanmaktan çekinmiyor.
Henüz yorum yapılmamış.