SİYASET
2024: Demokrasi Yılı - Aldatıcı Bir Fikrin Gerçekleri
Ifeoluwa Siddiq Oyelami
Hala 2024’ün erken günlerindeyiz ve önümüzde 11 ay var; küresel siyâsî sahne, birçok kişinin demokratik coşkunun zirvesi olacağını beklediği bir döneme tanıklık edecek gibi duruyor. Yılın geri kalanında dünya nüfusunun yarısından fazlası sandık başına gidecek, Avrupa Birliği ve dünyadaki 40 büyük ülke arasında bulunan on tanesi de buna dahil. “Halkın gücü”nün hararetli savunucuları için, 2024 heyecan dolu bir yıl vadediyor. Vatandaşlar “seçme haklarını” kullanmaya hazır durumda. Bununla birlikte, duyarsız ve eleştirel tutumları tetikleyen birçok neden bulunmaktadır. Bu sözde demokratik yılda, sağduyulu zihinlerde bir soru hala belirsizdir: 2024 yılında modern dünya hala demokrasinin etkililiğine gerçekten inanmakta mı?
Avrupa’da modern demokrasinin yolunu açan tarihsel seyir, temelde feodalizmin ve sınıf temelli baskının kökleşmiş güçlerine karşı sürdürülen acımasız bir mücadeleydi. 20. yüzyıl, otoriter yönetimlere ve despot “diktatörlere” karşı kazanılan demokrasinin zaferine tanıklık etti. 21. yüzyıla doğru hızla ilerlediğimizde hikâye değişti; şimdi odak, demokrasinin dünyanın her köşesine ulaştırılmasına yönelik. Ancak, demokrasinin durumu üzerine eleştirel bir soruşturma kaçınılmaz hale geliyor: Demokrasi büyük vaatlerini yerine getiriyor mu, yoksa boş ümitler peşinde mi insanlar?
2023 yılı, demokrasinin küresel sahnede karşılaştığı karmaşıklıklar ve zorlukların bir tanığı olarak duruyor. Nijerya ve Türkiye’deki seçim süreçlerini yalan haber, nefret ve suçlamaların yükselişi karakterize etti. Tüm bunlara rağmen, seçim sonuçları iktidardaki partilerin devamını öngördü. Bu arada, Arjantin liderlik değişikliğine tanıklık ederken tuhaf vaatlere eşlik eden bir süreç yaşandı. Mısır’ın diktatörü, tek kişilik bir gösteri gibi görünen ancak 2018’deki %97’lik seçmen desteğinde bir düşüşü kaydeden oldukça “demokratik” bir durumun sahnelendiği bir süreci yönetti.
Yaklaşan 2024 seçimleri, genellikle demokratik süreçle birlikte yine sistem sorunlarının gölgesinde seyredilecek. Bu sorunların merkezinde çoğunluk kuralının kalıcı yanılgısı yatıyor; bu prensip, görünüşte çoğunluğun refahını teşvik etmeye odaklanırken marjinalleşmiş azınlıkların karşılaştığı güçlükleri ihmal etme eğilimindedir. Demokrasi, özellikle popüler seçimlere dayandığı için, utilitarizmin ilkelerine bağlıdır. Bu etik felsefe, “iyi” olarak kabul edilen şeyin çoğunluğa mutluluk getiren şeylerle eşanlamlı olduğu inancına dayanır. Utilitarizmin savunucuları bu teoriye olan bağlılıkları nedeniyle tamamen haksız da sayılmayabilir, ancak bu teorinin içsel sınırlamalarını kabul etmek önemlidir.
Birçok demokratik ülkede bu felsefe, genellikle iyi yönetim kazançlarından ziyade ideolojik uzlaşıya yol açmıştır. Bu sorunun çarpıcı bir örneği, Nisan-Mayıs aylarında yapılacak Hindistan seçimidir. Seçimlerin arifesinde, Başbakan Modi ve onun Hindutva çeteleri liderliğindeki popülist rejimi Müslüman azınlığa yönelik baskılarını artırıyor. Hele de 5 yüzyıllık Babur Camii’nin yerine inşa edilen Ram Tapınağı’nın hükümet tarafından açılması, siyasi süreç ortasında sorunları daha da ağırlaştırmıştır. Çünkü yönetim, adil hizmetler sunmasa da Hindi çoğunluğunun egosunu okşadığında seçim kazanır. Yani amaç hizmet değil, seçim kazanmaktır.
Demokrasi genellikle temsilin savunucusu olarak övgü alsa da, 2024’te bir eğilim yeniden canlanabilir: Muhalefet seslerinin görünüşte “yasal” yollarla hesaplı bir şekilde susturulması. Bu, Rusya, Ruanda ve Belarus gibi ülkelerin ötesine geçmiştir; hatta dünyanın demokratik polisi olarak bilinen ABD, eski Başkan Donald Trump’ı hapsetme çabası içinde gelişen bir dram içerisindedir. Tabi ki, yılın yoğun seçim takviminde, demokrasinin işleyiş biçimi olduğu için birçok skandal daha da yaşanacaktır. Laik bir diktatör tarafından yönetilen Tunus’ta, ana muhalefet lideri Raşid Gannuşi'nin partisinin yabancı bağışlar aldığı iddiasıyla üç yıl hapis cezasına çarptırılmasıyla ilgili bir skandal yaşandı. Bu sırada en-Nahda partisi, bu iddiayı reddetti. Pakistan’da ise İmran Khan, çeşitli suçlamalarda bulunularak mahkûm edildi ve partisi yasaklandı.
Bu arada, muhalefeti susturmak konusunu gündeme getirirken muhalefet hareketlerini her zaman erdemli olarak göstermemek de elzemdir. Gerçekten de, muhalefet figürleri motivasyonlar açısından farklılık gösterebilir; prensipli muhalefet kadar, rejimlerin verdikleri hain etiketlerine uyan kişiler de var. Demokratik süreçte, kişisel kazançlar için ulusal çıkarlardan taviz verme, muhalefet hareketlerinin temelini oluştururlar. Bunlar da özellikle genç seçmenlere kolayca ulaşır. Ne yazık ki, Y Kuşağı ve Z Kuşağı genellikle “özgürlük” kelimesini duyduklarında hayranlık duyarken nadiren bunun inceliklerini eleştirel bir şekilde inceleyebilirler. Hangi özgürlük ve kime özgürlük acaba? Maalesef bu özgürlükçü eğilim, gelişmemiş ülkelerin 2024 seçimlerinde de beklenmektedir.
Demokrasi savunucuları, her yetişkinin kendi çıkarlarının en iyi hakemi olduğu varsayımını desteklerler. Ancak genellikle, seçmenin genellikle sürü psikolojisine uyma eğilimini göz ardı ederler, birçok seçmen oyunu kritik düşünmeden verir. Çekici görünen şeylere kapılırlar. Yani en büyük yalanları kim söylerse ona verirler ki zaten yalanlar olmadan demokrasi olamayacak. Müzik ve medya, kamuoyunu manipüle etmede önemli roller oynar, bu da liderleri hizmetler yerine bu kanallara büyük yatırımlar yapmaya yönlendirir. Nitekim, seçimler siyasiler için çok pahalıdır, yönetim ise ucuz.
Siyasiler, bu mali yüklerini hafifletmek için genellikle sosyal refah yerine propagandaya büyük yatırım yapmayı tercih ederler. Gelişmemiş ülkelerde, bu harcama genellikle devletin kasası tarafından yasadışı bir şekilde karşılanır. Gelişmiş ülkelerde yüksek maliyet, liderleri belirli çıkar gruplarıyla uyum içinde olmaya yönlendirir. Mesela, Siyonist lobisi AIPAC, ABD seçimlerinde en büyük harcama yapanlardan biri olarak öne çıkıyor. Slate News’e göre, bu yıl lobinin, Demokrat ön seçimlerinde en az 100 milyon dolar ayırmayı planladığı ve yedi Filistin yanlı adayı yarıştan çıkarmayı hedeflediği tahmin ediliyor.
Filistin sorunu demişken bunun liderlerin genellikle demokrasinin iddia ettiği gibi halkı değil, aksine belli çıkarları temsil ettiğini görüyoruz. Sözgelimi, Data for Progress tarafından yapılan son bir ankete göre, Amerikalıların %66’sı, Demokratların ise %80’i Gazze’de ateşkese destek veriyor. Ancak ABD, ateşkese en büyük engeli oluşturmuştur; yani demokratik hükümet halkını temsil etmiyor. Benzeri olarak birçok Avrupa ülkesinde halkın görüşü ülkelerinin İsrail’in işgaline karşı çıkarken seçilmiş “temsilcilere” kalırsa işgal devam etsin(!) Bu çelişki, liderlerin insanlara değil, seçimlerde zafer sağlayan etkili lobilere ve iktidardaki hakimiyetlerini sürdürenlere bağlı olmalarından kaynaklanıyor. Bu nedenle, demokrasinin tüm bireylerin içsel eşitliğine dair iddiasına rağmen, daha büyük etki genellikle önemli finansmanla desteklenenlerin lehinedir. Daha da kötüsü, modern demokratik bir ortamda, bir yabancı gücün sizi fethetmesi için kıyılarınıza savaş gemileriyle gelmesi gerekmez; seçim ve medya finansmanı aracılığıyla anlatıları kontrol etmek de aynı derecede ve daha fazla etkili olabilir.
Demokrasi, gerçekte idealinden uzak kalır. Bununla birlikte, çoğu insanın etkililiğine inanmasının nedeni, kişisel özgürlük vaadinde yatmaktadır. İronik bir şekilde, insanlar feodalizmden kaçtılar ama ona benzeyen sistemde buldular kendilerini. Çünkü hakimiyet belli lobiler, zenginlerin elindedir.
Elbette “demokrasi”nin yokluğu demokrasi savunucularının iddia ettiği gibi otomatik olarak otoriterliğe doğru bir iniş anlamına gelmez. Demokrasiye alternatif yapı, özellikle liderlik seçim sürecinde bilgeliğe sahip bireyler tarafından yönlendirildiği bir epistokrasi sunabilir. İslam bağlamında, bu bireylere ehlü’l-hal ve’l-akd, yani şûra denir. Devlet başkanını seçme ve gerektiğinde görevden alma yetkisine sahiptirler. Bilgi, bilgelik ve deneyimleri temel alınarak seçilen bu kişiler, hükümet içinde önemli bir denge unsuru olarak hizmet ederler. Kaldı ki, birçok kültür, demokrasi adı verilen yanıltıcı umuttan önce böyle sistemlerin çeşitlerine sahiptir.
Eğer yönetim, halkın sorunlarına çözüm bulmayı amaçlıyorsa onları kendi kontrolünde olduklarına inandırma ihtiyacı yoktur. Zaten medya devleri ve sosyal medyanın halkın görüşlerini kolayca şekillendirdiği bir ortamda, bu durum insanların kendi kendini yönetme hakkını tehlikeye atar ve dış güçlerin kontrolünü mümkün kılar. Dolayısıyla, neo-aristokrasi, neo-feodal veya hatta neo-faşizme dönüşen modern demokrasilere karşı uygun bir alternatif bulmanın artık zamanı gelmiştir.
Bu durumda 2024’e kendimizi hazırlayalım, bu yıl demokrasinin yine birçok başarısızlığını gün yüzüne çıkaracak.
Mete
Şubat 07, 2024 Çarşamba 18:26
Demokrasinin objektif bir tanımı yapılmış. Çok beğendiğim bir yazı olmuş