Sosyal Medya

SİYASET

Hiroşima-Nagazaki Anma Töreni: Dünyadaki Adalette İkiyüzlülük ve İkilemler

Avrupa, kendisini uzun zamandır insan hakları ve demokrasinin kalesi olarak tanıtırken İsrail’in Hiroşima-Nagazaki anma töreninden dışlanmasına verdiği tepki, ahlaki duruşunun sınırlarını açığa çıkarmaktadır.

Khalidu A. Afolabi

9 Ağustos 2024 tarihinde Japonya, 1945’te Hiroşima ve Nagazaki’de yaşanan insani felaketi anmak amacıyla bir tören düzenledi. ABD’nin atom bombasıyla iki yüz binden fazla masum insan katledildi.  Sonraki nesiller ise radyoaktif zehirlenme ile ciddi sağlık sorunları yaşamaya deva ediyor. Bu vahşetin üzerinden tam 79 yıl geçti. Japonya’da her yıl yapılan bu anma etkinliği, dünya liderlerinin ölümcül çatışmaların ve nükleer silahların yıkıcı sonuçları üzerine düşündüğü ciddi bir platform haline gelmiştir. Ancak bu yılki tören savaş suçları, adalet ve uluslararası diplomasi konularındaki derin uçurumları gözler önüne seren önemli bir jeopolitik tartışmayla gölgelenmiştir.

Dünya’nın Sivil Katliamlarla Mücadelesi

Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombaları, savaşın sivil halk üzerindeki yıkıcı etkilerini çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. Bu büyük yıkımın ve hayatta kalanların çektiği uzun süreli acıların, nükleer silahlanmanın tehlikeleri ve sürdürülebilir barış arayışının ahlaki zorunlulukları konusunda acımasız bir uyarı niteliği taşıdığı aşikâr. Son yıllarda, dünya genelinde bu tür vahşetlerin önüne geçmenin yolu olarak çatışmaların kök nedenlerine inilmesi gerektiği daha fazla kabul ediliyor.

Bu çerçevede, Gazze’de sivillere yönelik katliam, uluslararası kaygıların merkezine oturmuştur. İsrail’in Gazze’deki amansız terör saldırısı yaklaşık 40.000 Filistinlinin ölümüne yol açmıştır. Bu durum, küresel sürdürülebilirlik ve insan hakları ilkeleriyle taban tabana zıttır. Uluslararası toplumun bu vahşete verdiği tepkiler ise çeşitlilik göstermektedir; bazı ülkeler şiddeti kınarken, diğerleri açıkça sessiz kalmaktadır. Özellikle bazı Batılı ülkelerin 2024 Hiroşima-Nagazaki anma törenini boykot etmeleri, ahlaki öfkenin seçici bir şekilde uygulandığını ve insani acıların siyasileştirildiğini gözler önüne sermektedir. Peki, neden boykot ettiler?

Savaş Suçlarının Siyasallaşması

Nagazaki’nin İsrail’i anma töreninden dışlama kararı, Gazze’deki vahim insani durum ve İsrail’in etkinlikteki varlığına karşı gösteri olasılıkları göz önünde bulundurularak cesur ve tartışmalı bir adım olarak değerlendirildi. Nagasaki Belediye Başkanı Shiro Suzuki, kararın tamamen siyasi bir motivasyonla alınmadığını, kentin barışa olan bağlılığını ve törenin aksamasını önleme arzusunu yansıttığını belirtti. Haziran ayında Nagazaki, İsrail Büyükelçiliği’ne gönderdiği mektupta Gazze’de “derhal ateşkes” çağrısında bulunmuş ve İsrail’in Japonya Büyükelçisi Gilad Cohen’i anma töreninden önceki bir etkinliğe davet etmişti. Ancak bu hareket, İsrail ve müttefiklerinden sert eleştiriler aldı ve dışlanmanın siyasi bir eylem olarak yorumlanmasına neden oldu.

Japonya’nın bu kararında kararlı olduğunu gören İngiltere, Kanada, Fransa, Almanya, İtalya, ABD ve Avrupa Birliği büyükelçileri, Temmuz ayı ortasında Nagazaki’ye gönderdikleri mektupta bu durumu onaylamadıklarını belirttiler ve İsrail’in dışlanması halinde etkinliğin boykot edilebileceğini ima ettiler. Bu tepki, savaş suçları ve uluslararası adalet konularının ne kadar siyasallaştığını gözler önüne seriyor. Çatışmaların insani etkilerine ve hesap verebilirlik ihtiyacına odaklanmak yerine, bu ülkelerden gelen tepkiler adalet arayışından çok siyasi ittifaklara öncelik verildiğini ortaya koyuyor.

Uluslararası normların seçici bir şekilde uygulanması yeni bir olgu olmasa da mağdurların genellikle marijinalize edilmiş veya baskı altındaki topluluklardan olduğu durumlarda bu durum daha belirgin hale gelmektedir. ABD’nin Japonya Büyükelçisi Rahm Emanuel’in öncülüğündeki bu Batılı ülkelerin etkinliği boykot etme kararı, savaş suçlarına karşı küresel tepkide rahatsız edici bir çifte standardı gözler önüne sermektedir.

Avrupa’nın İkiyüzlülüğü

Bazı Avrupalı büyükelçilerin Nagazaki etkinliğini boykot etmesi, Avrupa’nın eşitlikçilik iddialarının iki yüzlülüğünü keskin bir şekilde gözler önüne sermektedir. Avrupa, kendisini uzun zamandır insan hakları ve demokrasinin kalesi olarak tanıtırken İsrail’in Hiroşima-Nagazaki anma töreninden dışlanmasına verdiği tepki, ahlaki duruşunun sınırlarını açığa çıkarmaktadır. Gazze’de savaş suçları işlendiğine dair ezici kanıtlara rağmen İsrail’in yanında yer alan Avrupa, insan hakları savunucusu olma iddiasını fiilen zedelemektedir.

Bu iki yüzlülük Nagazaki olayıyla sınırlı kalmamaktadır; Avrupa dış politikasındaki daha geniş bir eğilimin simgesidir. Avrupa ülkeleri, Batı’dan siyasi ya da ekonomik olarak izole edilmiş ülkelerdeki insan hakları ihlallerini kınamakta genellikle hızlı davranırken, müttefikleri tarafından işlenen benzer ihlalleri sıklıkla görmezden gelmektedirler. Ahlaki ilkelerin bu tarzda seçici uygulanması, Avrupa’nın eşitlikçilik taahhüdünün inandırıcılığını zedelemekte ve dış politikasının kendine hizmet eden doğasını gözler önüne sermektedir.

Ukrayna savaşına müdahil olmaları nedeniyle 2022’den bu yana Nagazaki’deki etkinliğe katılmayan Rusya ve Belarus’un yanı sıra İsrail’in de etkinlikten dışlanması, Avrupa’nın uluslararası adalete yaklaşımındaki tutarsızlığı ortaya koymaktadır. Rusya ve Belarus eylemlerinden dolayı haklı olarak kınanırken Gazze ve Ukrayna’daki durumlar arasındaki paralelliklere rağmen İsrail benzer bir incelemeden korunmaktadır.

Avrupa’nın Zulme Ortaklığı

Gazze’de devam eden soykırım ve Avrupa’nın zalimliği destekleme konusundaki suç ortaklığı, Batı’nın ahlaki başarısızlığının belki de en ağır kanıtıdır. İsrail hükümetinin sivil altyapıyı kasıtlı olarak hedef alması, insani yardımları ablukaya alması ve nüfusun yoğun olduğu bölgeleri ayrım gözetmeksizin bombalaması, uluslararası hukukun açık ihlallerini teşkil etmektedir. Ancak bu eylemler, pek çok Avrupa ülkesi tarafından sadece hoş görülmekle kalmayıp askeri yardım ve diplomatik destek yoluyla aktif olarak desteklenmektedir.

Hiroşima-Nagazaki anma töreninin Avrupalı büyükelçiler tarafından boykot edilmesi, bu suç ortaklığını sembolik bir şekilde yansıtmaktadır. İsrail’in dışlandığı bir etkinliğe katılmayı reddeden bu ülkeler, İsrail’in Gazze’deki eylemlerini etkin bir şekilde onaylamakta ve Filistinli sivillerin hayatlarının İsrail ile Batı arasındaki siyasi ilişkiden daha az değerli olduğu mesajını vermektedir. Bu tutum, sadece ahlaki açıdan savunulamaz değil, aynı zamanda Müslüman dünyasında kızgınlık ve öfkeyi körüklediği, kalıcı barış umutlarını baltaladığı için ters etki yaratmaktadır.

Tefekkür

2024 Hiroşima-Nagazaki anması, dünya barış için bir düşünme anı olarak tasarlanmışken, siyasi tartışmaların ve ahlaki uzlaşmazlıkların gölgesinde kalmıştır. İsrail’in etkinlikten dışlanmasına yönelik haklı karar, Gazze’deki insani krize duyulan gerçek endişeyi yansıtsa da uluslararası toplum içindeki derin bölünmeleri ve adaletin seçici bir şekilde uygulandığını gözler önüne sermektedir.

Batılı ülkelerin bu anmayı boykot etmesi, savaş suçları ve uluslararası adalet konularının ne derece siyasallaştığını, güçlü ülkelerin müttefiklerini hesap vermekten korumak için nüfuzlarını nasıl kullandıklarını ortaya koymaktadır. Özellikle insan haklarına bağlılıklarıyla övünen Avrupa ülkelerinin sergilediği bu ikiyüzlülük, barış ve adalet için verilen küresel mücadeleye büyük zarar vermektedir.

Hiroşima ve Nagazaki’den çıkaracağımız dersler, gerçek barışın ancak tüm ulusların siyasi veya stratejik önemlerine bakılmaksızın aynı adalet ve hesap verebilirlik standartlarına tabi tutulmasıyla sağlanabileceğini kabul etmekle mümkündür. Dünya, seçici öfkenin ötesine geçmeli ve tüm sivillerin yaşamlarına eşit değer verilen, güçlülerin cezasız kalmasına izin verilmeyen, gerçekten eşitlikçi ve adil bir uluslararası düzen için çalışmalıdır.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.