Sosyal Medya

SİYASET

Aksa Tufanı: Ümmet Dayanışması Olmadan Zafer Mümkün Mü?

Malak Fadda*

Aksa Tufanı, Gazze’deki Filistin direnişinin 1948 ve 1967’den bu yana işgalci Siyonist varlığa karşı başlattığı ilk kara harekâtı olarak tarihe geçti. Bu operasyon, 7 Ekim 2023 Cumartesi sabahı, direniş savaşçılarının Gazze çevresindeki birçok Siyonist koloniye sızarak gerçekleştirdiği karadan, denizden ve havadan koordineli bir saldırıyla başladı.

Aksa Tufanının Amaçları

Aksa Tufanı küçük bir adım gibi görülebilir, ancak Sykes-Picot Anlaşması’yla şekillendirilen Orta Doğu demografisini sarsacak bir değişim yaratabilir. 7 Ekim öncesinde bölgedeki önemli aktörler arasında ciddi siyasi uzlaşmalar ve ekonomik anlaşmalar sağlanırken, Siyonist varlık da bu güçlerden bazılarıyla anlaşmalar yapıyordu. Hatta Suudi Arabistan ile tarihi bir anlaşma imzalamak üzereydi. Ancak bu süreç, Aksa Tufanı ile kesintiye uğradı.

Filistin halkı için en tehlikeli olan nokta, sahte barış süreçleri ve uzun süreli ateşkeslerin “toprak karşılığında barış” ilkesine dayanarak, yani toprakların Siyonistlere, barışın ise Filistinlilere mezarlarında dayatılmasıydı. Bu durum, garip bir uluslararası iş birliği ve yakın müttefiklerin sessizliğiyle birlikte gerçekleşiyordu. Mescid-i Aksa’ya yapılan İsrail ihlalleri, tutuklulara yönelik artan saldırılar ve Batı Şeria’daki Filistinlilere karşı yapılan yerleşimci saldırıları, artık Filistin yaşamının günlük rutininin bir parçası olmuştu. Bir zamanlar bölgeyi ve dünyayı sarsan bu olaylar, haber bültenlerinin sonunda sıradan olaylar olarak anılmaktan öteye geçmiyordu. Aksa Tufanı operasyonu, en azından geçici de olsa, bu maskaralığa son verdi.

Filistin davası zamanla yavaş yavaş ölüyordu ve kimse bu duruma müdahale etmiyordu. Düşman ve onun Batılı ve yerel destekçileri, Filistin direnişinin sadece Gazze ablukasını hafifletmek ve Siyonist varlık içindeki Filistin iş gücünün payını artırmakla yetindiğine inanıyordu. Ancak “rüzgarlar, gemilerin istemediğini getirdi,” zira Filistin direnişi, aracılar vasıtasıyla Tel Aviv’e uyarılar gönderdi ve Mescid-i Aksa’ya, Batı Şeria’daki Filistinlilere ve tutuklulara yönelik ihlallerin sona ermesini talep etti. Fakat gelen cevap, şair Amr b. Ma’adi Yakrib’in şu beyti gibiydi:

Dirilere seslendim, ama seslendiklerimde hayat yoktu, 

Bir alevi üfledim, ama sadece küllerin üzerine üfledim.” 

Aksa Tufanı operasyonu, Mescid-i Aksa’yı yıkmaktan açıkça bahseden aşırı Siyonistlerin sesini kesti ve o zamandan beri kamuoyu açıklamalarında daha temkinli davranmalarını sağladı. Bu operasyon, aşırı sağcı dini ultra-Ortodokslar ile solcu Siyonist Sadukiler arasındaki gizli kalan iç bölünmeleri su yüzüne çıkardı ve bu gerilimleri açığa çıkardı; sol muhalefet protestoları Siyonist şehirlerde yayılmaya başladı.

Gazze’de faaliyet gösteren Siyonist ajanlar ve casuslardan istihbarat ve askeri bilgi edinildi. Ayrıca, uluslararası topluma neredeyse unutulmuş olan Filistin devleti kurma projesini yeniden hatırlatmak amacıyla bir hareketlilik sağlandı. Gazze çevresindeki Siyonist kolonilerden esir alınanları, kendi halkı ve ulusu tarafından unutulmuş, tecavüz ve korkunç işkencelere maruz kalan, en büyük arzuları ölüm olan Filistinli esirlerle takas etmek istediler. Bu ve daha birçok nokta, Arap ve dünya çapındaki araştırma ve strateji merkezleri tarafından geniş çapta analiz edildi; bu makalede ele alınabileceklerden çok daha fazlası söz konusudur.

Gazze Yalnız Bedel Ödüyor

Maalesef, Gazze bir hava savunması olmadığı için, bu bölge modern tarihte, Siyonist varlık kurulmadan önce 1936’daki Burak İsyanı’ndan bu yana en büyük soykırımı yaşadı. Gazze, bu vahşetten korunmalıydı. Fakat ne çocuk ne kuş ne de hayvan bu zulümden kurtulabildi.

Bugün Dün Gibidir!

Ne yazık ki Müslümanlar arasında sadakat ve düşmanlık kavramlarının kaybolduğu bir dönemde yaşıyoruz; tıpkı Endülüs liderleri arasında olduğu gibi. O kaybedilen cennette, İslam ve Müslümanlar için ne bir minber ne de bir kılıç kalmıştı. Müslümanların Endülüs’ü kaybetmesiyle birlikte, oradaki İslam tarihi kapanmıştı. Ardından, Endülüs’ün yerini alan sömürge varlıklarla ilişkiler kuruldu, büyükelçilikler açıldı ve Endülüs’ü geri alma meselesi Müslüman hafızasından silindi. Bugün aynı şey Filistin için yaşanıyor. Filistin güçle değil, ihanetle kaybedildi; Müslümanların gözleri önünde ve kulakları duyarak, vermeye yetkili olmayanlar tarafından alınmaya yetkili olmayanlara bölündü. Sonrasında ardı ardına felaketler, katliamlar ve trajediler yaşandı; öyle ki Filistin’den geriye sadece Kudüs, Batı Şeria’nın bazı kısımları ve Gazze Şeridi kaldı. Daha sonra, laik Fatah ve İslami Hamas arasındaki bölünme gerçekleşti ve Gazze’nin bir yarı-devlete dönüşmesi neredeyse kabul edilmişti. Ancak Aksa Tufanı savaşı, Filistin davasını yeniden yerel ve küresel alanda ön plana taşıdı. Bugün Gazze’nin sakinleri, 1609’daki Granada sakinleri gibi yok edilmekte, tarihin sayfalarına geçmek üzereydi.

Ama Hangi Bedel Karşılığında?

Bazıları, Gazze’nin bugün direnişin bir fraksiyonunun hatalarının bedelini ödediğini söylüyor. Ancak, unutmamak gerekir ki bu fraksiyon oradaki halk tarafından seçilmiş hükümettir. Özgür olmak isteyen her halk ve zafer kazanmak isteyen her ulus, bu bedeli evlatlarının ve halkının fedakarlıklarıyla ödemek zorundadır. Mısır, Fransız Napolyon işgalinden kurtulmak için 18. yüzyılda yarım milyon şehit verdi. Cezayir, 20. yüzyılda Fransa’dan bağımsızlığını ve özgürlüğünü kazanmak için bir milyon şehit verdi. Benzer şekilde, Libya, İtalya’dan özgürlüğünü elde etmek için bir buçuk milyon şehit verdi. Evet, bedel yüksek ama özgürlük bundan da değerlidir.

Biz Gazze’deniz; ölümün, yıkımın ve işkencenin gölgesinde yaşayan insanların yeriyiz. Burada küçük çocuklar, yıkıcı bombardıman sesleriyle uyanıyor; yaşlılar, evlerinin başlarına yıkıldığını görüyor ve anneler, çocuklarını ve her şeylerini kaybettikten sonra hayata gözlerini açıyorlar. Açlık ve sefalet içinde hayatta kalmaya çalışıyoruz, ama buna “yaşamak” denir mi? Yerlerinden edilen insanlar, haftada birkaç kez, hayvanlar için bile uygun olmayan yerlere sığınıyorlar. Açlıktan kırılma noktasına geldik; hatta kedileri ve köpekleri kesmek zorunda kalıyoruz. Dünya bu acıları görüyor, ama sessiz kalıyor. Biz onurlu bir yaşam istemenin bedelini ödüyoruz, ama Allah çabalarımızı görüyor. Gazze’de hayat, savaşın gölgesinde yıllar gibi geçen zorlu günlerle devam ediyor; ne zaman biteceğini kimse bilmiyor!

Sonuç

Son olarak, ümmetin fertleri olarak biz ne yapabiliriz? Allah’ın şu buyruğunu uygulamanızı rica ediyorum: “Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Resûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe, 9:71). Yardımınızı, Gazze halkının çektiği acıları hafifletmek ve şu ayetin anlamını yerine getirmek için rica ediyorum: “İman edip de hicret edenler, malları ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler ve onları bağırlarına basıp yardım edenler birbirlerinin yâr ve yakınlarıdır. İman edip de hicret etmeyenlere gelince, göç edinceye kadar onlarla aranızdaki bağ (yakınlık) sebebiyle hiçbir sorumluluğunuz yoktur. Sizden, dinlerini korumak için yardım isterlerse, aranızda antlaşma bulunan bir topluluğa karşı olmamak üzere yardım etmeniz gerekir. Allah bütün yaptıklarınızı görmektedir.” (Enfal, 8: 72).

Şu an şeref ve onur meydanında, ümmetin onurunu savunuyoruz. Çünkü biz, Rasulullah’ın (s.a.v) hadisinde tarif ettiği gibi tek bir ümmetiz: “Müminlerin birbirlerini sevmeleri, merhamet etmeleri ve birbirlerine yardım etmeleri, bir vücudu oluşturur. Vücudun bir organı hastalandığında, diğer organlar da uykusuzluk ve ateşle ona destek olurlar.” (Buhari, Hadis 6011).

Ey ümmetim, vücut ne zaman diğer organına sahip çıkacak?!!!


*Çeviren: H. İmam

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.