TARİH
Tarihsel Perspektifle Kudüs Sorununda Suriye ve Mısır’ın Stratejik Önemi
Stratejik bir bakış açısıyla, Suriye ve Mısır’daki yönetim sistemlerinin devamlılığı, bölgedeki karmaşık bir durumu yansıtmaktadır. Bu ülkelerin rolleri, İsrail’in ve genel olarak bölgenin güvenliği açısından farklı şekillerde değerlendirilmektedir. Bu durum, bölge ülkeleri arasında gerçek iş birliğini engellemekte ve Kudüs meselesi gibi konularda ortak tutum alma kabiliyetlerini zayıflatmaktadır.
Arwa
Kudüs, özellikle Gazze’deki son gelişmelerin ardından, modern jeopolitik zorlukların ortasında Orta Doğu’da merkezi bir eksen haline gelmiştir. Bu gelişmeler, Kudüs meselesine yönelik çözümler üretme ve geleceğe dair vizyonlar ortaya koyma gerekliliğini de beraberinde getirmektedir. Ancak bu meseleye yüzeysel bakışlarla değil, derinlemesine ve köklü bir tarih bilinciyle yaklaşmak zorunludur.
Kur’an-ı Kerim’in öğretileri ışığında, geçmiş milletlerin deneyimlerinden çıkarılan dersler, tarihi anlamanın en sağlam metodunu oluşturmaktadır. Bu bakış açısıyla, Kudüs’ün siyasi ve askeri etkileşimlerle şekillenen kaderini daha net görmek mümkün olacaktır. Bu yazıda da, Suriye ve Mısır’ın tarihi rollerine ve gelecekte bu meselede oynayacakları kilit pozisyonlara değinilerek bu iki ülkenin Kudüs’ün geleceğindeki stratejik önemini gözler önüne sermeye çalışacağız.
Tarih dersleriyle dolu kutsal toprak
Kudüs, İslam ve insanlık tarihinde eşi benzeri olmayan bir konuma sahiptir. Sadece güzel bir coğrafi bölge olmanın ötesinde, bu şehir semavi mesajların beşiği, cihadın ve mücadelenin yurdu, peygamberlerin merkezi olarak tarihteki yerini almıştır. Kudüs’ün manevi ve tarihi bereketi, maddi sınırlarını aşarak insanlığın hafızasında derin izler bırakmıştır. Çağlar boyunca, bu mübarek topraklar hak ile batıl arasındaki mücadelenin sahnesi olmuş ve adaletin, özgürlüğün sembolü haline gelmiştir.
Kudüs, fetihler, kurtuluşlar ve kayıplar gibi birçok tarihi dönemeçten geçerek, geçmişin değerli dersleriyle dolup taşmıştır. Bu köklü tarih, bizlere sadece ibretler sunmakla kalmamakta, aynı zamanda günümüz ve geleceğimiz için de önemli stratejik dersler içermektedir. Şimdi, Kudüs tarihindeki altı ana aşamayı kısaca gözden geçirerek bu süreçte uygulanan askeri stratejilere ve siyasi birlik ile askeri planlama alanlarında edinilen tecrübeleri inceleyelim. Bu tarihi dersler, hem bugünü anlamamıza hem de geleceğe dair daha sağlam adımlar atmamıza yardımcı olacaktır.
Birinci Aşama: İlk İslami Fetih (16/637)
Halife Ömer b. Hattab liderliğindeki Kudüs’ün ilk İslami fethi (16/637), bu kutsal şehrin İslami yönetiminin başlangıcını temsil eder. Ancak bu fethin önemi sadece dini açıdan değil, aynı zamanda Müslümanların bu zaferi kazanmak için izledikleri askeri stratejiden de kaynaklanır.
Bu fetih rastgele değildi, öncesinde bir dizi olay ve dikkatle planlanmış askeri kararlar vardı. Bunların en önemlisi, Şam bölgesinin siyasi başkenti olan Şam’ın fethiydi. Hicretin on dördüncü yılında, bölgenin İslami fetih kampanyalarının başlamasından yaklaşık 22 ay sonra Şam fethedildi ve bu fetih Kudüs’e giden yolu açmak için gerekliydi. Bu yaklaşım, sahabenin dini öneme sahip şehirlere yönelmeden önce siyasi merkezleri kontrol etmenin önemini derinden anladığını gösterir.
Bunun nedeni, Şam’ın bölgedeki güç ve nüfuz merkezini temsil etmesi ve kontrolünün tüm Şam bölgesinin kontrolü anlamına gelmesiydi. Bu, Kudüs’e giden stratejik yolların ve rotaların kontrolünü kolaylaştırdı. Eğer Kudüs önce fethedilseydi, Şam hala Bizanslıların kontrolünde olduğu için kuzeyden gelen sürekli tehditler altında onu korumak zor olurdu. Bu nedenle, Şam’ın fethinin Kudüs’ün İslami fethinin ayrılmaz bir parçası olduğu söylenebilir.
İkinci Aşama: İlk Haçlı İşgali veya İlk Kayıp (492/1099)
Kudüs, Hicri beşinci yüzyılın sonlarında (Miladi 11. yüzyılın sonlarında) “İlk Kayıp” olarak bilinen kritik bir dönem yaşadı. Bu aşama, İslam dünyasındaki derin bir bölünme sonucunda kutsal şehrin 492/1099’da Haçlıların eline düşmesiyle kendini gösterdi. Ümmet, Bağdat’taki Selçuklular tarafından desteklenen Abbasi Halifeliği ile Kahire’deki Şii Fatımi Devleti arasında bölünmüştü. Bu siyasi ve mezhepsel bölünme, Mısır ve Şam arasında keskin bir ayrılığa yol açtı ve bu da İslami cepheyi önemli ölçüde zayıflattı. Haçlılar bu durumdan yararlandı ve Müslümanlar arasındaki iç çatışmalardan ve birçok liderin yanlış ittifaklarından, özellikle de Fatımilerin Selçuklulara karşı Haçlılarla iş birliği yapmasından faydalandı.
Bu karışık bağlamda, Papa II. Urban 1095 yılında İslam dünyasının zayıflığından yararlanarak Birinci Haçlı Seferi çağrısında bulundu. Haçlı orduları Avrupa’dan doğuya doğru hareket etti ve bir dizi savaştan sonra Antakya ve Trablus gibi şehirler de dahil olmak üzere Kuzey Şam’ı işgal etmeyi başardı. Ardından, kısa bir süre önce kontrol altına almış olan Fatımilerden Kudüs’ü ele geçirdi. 15 Temmuz 1099’da Haçlı kuvvetleri, yaklaşık beş hafta süren bir kuşatmadan sonra Kudüs surlarını ele geçirmeyi başardı. Savaş, halkın toplu katliamıyla sona erdi.
Kudüs’ün düşüşü İslam dünyası için büyük bir şok oldu ve sonraki on yıllar boyunca şehri geri almak için birçok girişimde bulunuldu. Bu dönem, İmadeddin Zengi ve oğlu Nureddin gibi şahsiyetlerin yükselişine tanık oldu. Bunlar, Haçlılara karşı İslam cephesini birleştirmeye başladılar ve bu da daha sonra 1187’de Selahaddin Eyyubi tarafından Kudüs’ün kurtuluşuna zemin hazırladı.
Üçüncü Aşama: İlk Kurtuluş (583/1187)
Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs’ü Haçlıların elinden geri alması, 583/1187 yılında, kutsal şehrin tarihindeki olaylar zincirinde çok önemli bir tarihi başarıdır. Bu belirleyici savaş, Nureddin Zengi’nin daha önce Şam ve çevre bölgeleri birleşik bir liderlik altında birleştirmek için gösterdiği stratejik ve taktik çabalardan ayrı düşünülemez
Selahaddin, askeri gücünü inşa etmek ve Mısır ile Şam’ı birleştirmek için yirmi yıl harcadı ve bu süreçte Nureddin Zengi’nin daha önce hazırladığı zeminden faydalandı. Nureddin’in 1174’teki ölümünden sonra, küçük oğlu el-Melik es-Salih İsmail onun yerine geçti, bu da ordu komutanları arasında anlaşmazlıklara ve iktidar mücadelesine yol açtı.
Bu ortamda Selahaddin, Şam’a ilerleyip durumu kontrol altına almak için fırsatı değerlendiren önemli bir lider olarak öne çıktı. Kendisini Nureddin’in yönetiminin vasisi ilan ederek, Nureddin’in birleştirdiği bölgelerin fiili hükümdarı haline geldi.
Daha sonra Selahaddin Mısır’a döndü ve 1176 yılında Abbasi halifesinden önceki emirlikleri yönetme yetkisini aldı. Abbasi halifesinden alınan bu resmi yetki, Selahaddin’e Mısır ve Şam’ı kendi liderliği altında birleştirmek için gerekli meşruiyet ve gücü sağladı.
Bu tarihi an, Selahaddin’in yükselişi ve Nureddin Zengi’nin başlattığı bölgeleri birleşik bir liderlik altında birleştirme projesini tamamlaması açısından çok önemliydi. Bu, Selahaddin’in Kudüs’ü Haçlılardan kurtarma tarihi başarısına giden yolu açtı ve 583/1187 yılında ünlü Hattin Savaşı’nda Haçlıları yenmesini sağladı. Bu zafer, Kudüs’ü ve Mescid-i Aksa’yı Frenklerden geri almasının önünü açtı.
Kudüs’ün kurtuluşu hem İslam dünyasında hem de Batı’da büyük yankı uyandırdı. Bu başarı, güç dengelerinde bir dönüm noktası oluşturdu ve Müslümanların kutsal topraklarını geri alma yeteneklerine olan güvenlerini yeniden kazandırdı. Aynı zamanda Avrupa’da güçlü tepkilere yol açtı ve onları Kudüs’ü yeniden ele geçirmek için yeni Haçlı seferleri başlatmaya itti.
Selahaddin’in ve öncülü Nureddin Zengi’nin deneyimlerinden çıkarılabilecek tarihi dersler, İslami birliğin ve Filistin’i çevreleyen Şam ve Kahire gibi ülkeler arasındaki stratejik entegrasyonun önemini vurguluyor. O zamanlar Kudüs’ün kurtuluşunun anahtarı olan bu birlik, günümüz zorluklarıyla yüzleşmek ve Filistin halkının gasp edilmiş haklarını geri almak için hala gereklidir.
Dördüncü Aşama: İkinci Kayıp Dönemleri (624-641/ 1227-1244)
Selahaddin Eyyubi’nin ölümünün ardından, Eyyubi Devleti keskin bir iç bölünme yaşadı ve devlet oğulları ve akrabaları arasında paylaştırıldı. Bu bölünme, Selahaddin’in ölümünden önce iç çatışmaları önlemek için yaptığı bir anlaşmanın sonucuydu, ancak devletin zayıflamasına ve ailesinden farklı emirlerin kontrolü altında birkaç emirliğe bölünmesine yol açtı. Bu bölünme, Selahaddin’in liderliği altında oluşturulan birleşik İslami cepheyi zayıflattı.
Eyyubi Devleti’nin zayıflaması ve parçalanmasıyla birlikte, bölgeye yönelik Haçlı seferleri devam etti. Beşinci ve Altıncı Haçlı Seferleri, bölgedeki jeopolitik karmaşıklıkları ortaya çıkardı. Beşinci Sefer, doğrudan Kudüs yerine Mısır’a odaklanarak, kutsal topraklar üzerindeki kontrol denkleminde Mısır’ın stratejik öneminin farkında olunduğunu gösterdi. Haçlılar başlangıçta Dimyat’ı kontrol etmeye çalıştılar, ancak Selahaddin Eyyubi’nin oğullarından biri olan Melik el-Kamil liderliğindeki Mısır’daki Eyyubi kuvvetlerinden şiddetli bir direnişle karşılaştılar.
Bu sefer sırasında, Eyyubi Melik el-Kamil ile Alman İmparatoru II. Friedrich arasında beklenmedik bir ittifak gerçekleşti. el-Kamil, Haçlıların Mısır’dan çekilmesi karşılığında Kudüs’ü teslim etmeyi teklif etti. El-Kamil’in bu dönemdeki tutumu dikkatli bir incelemeyi hak ediyor. Mısır’ı korumak karşılığında Kudüs’ten vazgeçme istekliliği, stratejik önceliklerde bir değişimi işaret ediyor, belki de Mısır’ın bölgesel güç üssü olarak önemini kavramasından kaynaklanıyordu.
Altıncı Haçlı Seferi (1228-1229), II. Friedrich liderliğinde, öncekilerden farklıydı ve büyük askeri çatışmalar içermedi. Seferi yöneten İmparator II. Friedrich, hedeflerine ulaşmak için savaş yerine büyük ölçüde diplomasiye güvendi.
Sultan el-Kamil Eyyubi ile yapılan müzakereler sonucunda 1229’da barış anlaşması imzalandı. Bu anlaşma uyarınca Kudüs ve bazı diğer şehirler savaşmadan Haçlılara teslim edildi.
Her iki sefer de bölgenin jeopolitik haritasını yeniden çizdi. Avrupa, kesin bir zafer elde etmeden bazı kutsal toprakları geri kazanırken, Eyyubiler Mısır ve Şam’daki kontrollerini korudular. Bu arada, güç dengesi daha sonra öne çıkacak olan Memlükler lehine değişmeye başladı.
Bu olaylar, bölgedeki politik ve jeopolitik durumun karmaşıklığını vurguladı. Herhangi bir tarafın attığı her adım, iç ve dış faktörlerin karmaşık bir dizisinden etkileniyordu.
Beşinci Aşama: Necmeddin Eyyub Tarafından İkinci Kurtuluş:
Kudüs’ün İslami tarihinin bu kritik aşaması, Sultan Necmeddin Eyyub’un olağanüstü çabaları sayesinde güç dengelerinde radikal bir değişime tanık oldu. Selahaddin Eyyubi’nin ölümünden sonraki bölünme ve zayıflık döneminin ardından, Necmeddin bölgedeki Haçlı varlığına karşı direnç ruhunu yeniden canlandırmayı ve safları birleştirmeyi başaran olağanüstü bir lider olarak ortaya çıktı.
Necmeddin, 1240 yılında Mısır’ı kendi liderliği altında birleştirerek yolculuğuna başladı ve Eyyubi Devleti’nin gücünü pekiştirmek için siyasi ve askeri deneyimini kullandı. Stratejik ittifaklar kurmanın önemini anlayarak, Moğollar tarafından devletleri yıkıldıktan sonra bir dayanak noktası arayan Harezm askerlerini kendi tarafına çekti. Bu akıllıca hamle, ordusuna büyük bir momentum katan güçlü bir askeri güç sağladı.
Necmeddin, yerel güçler ve Haçlılar arasındaki anlaşmazlıklardan yararlanarak karmaşık bölgesel koşulları kendi lehine kullandı. Haçlılar önceki anlaşmalarını ihlal edip özellikle Mescid-i Aksa ve Kubbet’üs-Sahra’da kışkırtıcı eylemler gerçekleştirdiğinde, Necmeddin bu halk öfkesini kurtuluş kampanyasına destek toplamak için kullandı.
Necmeddin, Mısır ve Harezm kuvvetlerinden oluşan güçlü bir ittifaka liderlik etti ve 1244 yılında Gazze yakınlarında kritik bir savaşta Haçlı kuvvetlerini ve yerel müttefiklerini yenmeyi başardı. Bu savaş, Kudüs’ün geri alınmasının yolunu açan belirleyici bir dönüm noktasıydı.
İslam kuvvetleri Harezmlilerin öncülüğünde Kudüs’e girdi ve Selahaddin’in izlediği hoşgörü politikasının aksine, bu kurtuluş şehirdeki Haçlılara karşı bir miktar sertlikle karakterize edildi. Buna rağmen, Kudüs’ün geri alınması Müslümanların kutsal şehir üzerindeki kontrolünü yeniden sağlayan büyük bir başarıydı.
Necmeddin, Kudüs ve çevresindeki bölgelerde İslami yönetimi sağlamlaştırmayı başardı ve böylece Eyyubi Devleti’nin şanını yeniden canlandırdı. Bu zafer İslam dünyasında geniş yankı uyandırdı ve Avrupa’da güçlü tepkilere yol açarak yeni bir Haçlı Seferi çağrısına neden oldu.
Necmeddin’in bilge liderliği, safları birleştirme ve stratejik fırsatları değerlendirme yeteneği sayesinde, seleflerinin yıllarca başaramadığını gerçekleştirmeyi başardı. Kudüs’ün kurtuluşu, Eyyubi Devleti’nin gücünü yeniden inşa etme çabalarının zirvesi ve dış zorluklara karşı İslami birliğin öneminin bir teyidiydi.
Altıncı Aşama: Üçüncü ve Mevcut Kayıp Dönemi (1336- 1917)
Bu aşama, Kudüs tarihinde acı verici ve belirleyici bir dönüm noktasını temsil ediyor. Kutsal şehir, Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz işgali altında nihai kaybını yaşadı. Bu aşamadan önce Kudüs, Mısır ve Şam’ı kapsayan daha geniş bir siyasi birlik altında göreceli bir güvenliğe sahipti.
Memluk ve Osmanlı yönetimi boyunca, Mısır ve Şam birleşik bir devletti ve böylece Kudüs yüzyıllar boyunca korunma ve güvenlik altındaydı. Bu siyasi birlik devam ettiği sürece, kutsal şehrin güvenliğine dokunmaya cesaret eden yoktu.
Ancak İngilizler Mısır’ı işgal edip Şam’dan ayırmayı başardığında, bu koruyucu birlik çöktü. İngilizler bu siyasi bölünme ve parçalanmadan yararlanarak, işbirliği yapmayı başardıkları bazı yerel unsurların yardımıyla Kudüs’ü işgal ettiler.
Bu bağlamda, Theodor Herzl’in anıları, Filistin’de Yahudiler için bir ulusal yurt kurmak amacıyla izlediği diplomatik ve yasal yaklaşım hakkında zengin bir bilgi kaynağı olarak öne çıkıyor. Bu anılar, o dönemin büyük güçlerinin başkentleri olan İstanbul, Londra, Roma, St. Petersburg ve Berlin’i kapsayan yoğun ve karmaşık diplomatik çabaları ortaya koyuyor.
Herzl’in, Filistin’de herhangi bir Yahudi varlığı kurmaya teşebbüs etmeden önce, özellikle Osmanlı Devleti’nden resmi onay almaya büyük önem verdiği dikkat çekiyor. Bu tutum, uzun vadeli siyasi hedeflere ulaşmada yasal meşruiyetin öneminin derin bir stratejik anlayışını yansıtıyor. Herzl, Yahudilerin Filistin’e yasadışı sızma fikrini şiddetle reddetti ve böyle bir yaklaşımın ciddi sonuçlara yol açabileceğinin farkındaydı.
Herzl’in bu tutumu birkaç stratejik düşünceyle açıklanabilir. İlk olarak, yasadışı göç, beraberinde getirdiği büyük riskler nedeniyle potansiyel göçmenleri caydıracaktı. İkincisi, yasadışı yerleşimciler Osmanlı yetkilileri ve yerel halk tarafından sınır dışı edilme veya zulüm görme riski altında olacaklardı. Son olarak ve belki de en önemlisi, Herzl, uluslararası düzeyde tanınan yasal bir varlığın gelecekte siyasi haklar ve uluslararası koruma talep etmek için sağlam bir temel oluşturacağının farkındaydı.
Herzl’in stratejisi, kademeli özerkliğe doğru ilk adım olarak Filistin’de meşru bir Yahudi varlığı oluşturmayı amaçlıyordu. Bu kademeli yaklaşım, tanınmış yasal bir varlık kurmayı ve ardından mevcut otoritelerle doğrudan çatışmadan kaçınarak kademeli olarak özerk yönetim kurumları ve yapıları inşa etmeyi hedefliyordu.
Bu stratejinin incelenmesi, uzun vadeli siyasi projelerin inşasında uluslararası diplomasinin önemini ve yasal meşruiyetin değerini anlamada değerli dersler sunuyor. Ayrıca, karmaşık siyasi hedeflere ulaşmada kademeli yaklaşımın etkinliğine ışık tutuyor.
Tarihsel analiz, Kudüs’ün güç ve güvenlik dönemlerinin ister Memlükler ister Osmanlılar yönetiminde olsun, doğrudan Mısır ve Şam’ın birliğiyle bağlantılı olduğunu doğruluyor. Bu birlik yüzyıllar boyunca Kudüs için koruyucu bir kalkan oluşturdu. Bununla birlikte, modern çağda Kudüs’ün son kaybı, İngiliz işgali altında Mısır’ın Osmanlı Devleti’nden ayrılması sonucunda gerçekleşti ve bu da daha sonra Kudüs’ün işgalini kolaylaştırdı.
Stratejik bir bakış açısıyla, Suriye ve Mısır’daki yönetim sistemlerinin devamlılığı, bölgedeki karmaşık bir durumu yansıtmaktadır. Bu ülkelerin rolleri, İsrail’in ve genel olarak bölgenin güvenliği açısından farklı şekillerde değerlendirilmektedir. Bu durum, bölge ülkeleri arasında gerçek iş birliğini engellemekte ve Kudüs meselesi gibi konularda ortak tutum alma kabiliyetlerini zayıflatmaktadır. Bu durum, İsrail’in yanında duran bölgesel ve uluslararası ilişkilerin doğası ve bunların bölgedeki otoriter rejimlerle ilişkilerin normalleştirilmesi meselesi üzerindeki etkileri hakkında sorular ortaya çıkarmaktadır.
Henüz yorum yapılmamış.