İSLAM
Seyyid Ebü’l-A‘lâ el-Mevdûdî Kimdir? (Bölüm 1)
Toplantıya katılan yetmiş beş âlim ve aydınla birlikte 25 Ağustos 1941’de Lahor’da Cemâat-i İslâmî teşkilâtını kurdu, başkanlığına da kendisi seçildi.
Noor M. Balkhi
3 Receb 1321’de (25 Eylül 1903) yılında Hindistan’ın Haydarâbâd (şimdiki Maharaştra) eyaletine bağlı Evrengâbâd kasabasında doğdu. İlk öğrenimine avukat olan babası Seyyid Ahmed Hasan’dan Farsça, Urduca, Arapça, mantık, fıkıh ve hadis dersleri alarak başladı.
1914’te Modern ve geleneksel İslâmî usule göre eğitim veren Medresetü’l-fevkāniyye’nin sekizinci sınıfına kaydoldu. 1915’te ailesinin Haydarâbâd’a taşınmasının ardından eğitimini buradaki dârülulûmda sürdürdü. Kısa bir müddet sonra babasının sağlığının bozulması üzerine okuldan ayrılıp ailesinin geçimine katkıda bulunmaya çalıştı. Eğitimine kendi çabasıyla okul dışında devam etti. 1918’de Delhi’ye taşınarak burada çeşitli dergilerde yazılar yazmaya başladı. 1919’da kardeşi Ebü’l-Hayr ile birlikte Cebelpûr’da Kongre Partisi’ne yakın kişilerin çıkardığı Tâc isimli haftalık gazetenin editörlüğünü üstlendi. 1920 sonlarında sömürge idaresini tenkit ettiği bir yazısından dolayı gazete kapanınca Delhi’ye döndü.
1921 yılı başlarında Cem‘iyyet-i Ulemâ-i Hind’in çıkardığı Müslim (1925’ten itibaren Cemʿiyyet) adlı gazetenin editörlüğünü yaptı. Cemʿiyyet’teki bir seri yazısı el-Cihâd fi’l-İslâm adıyla kitap haline getirildi. Bu yazılarında Hinduizm, Budizm, Yahudilik ve Hıristiyanlık’taki kutsal savaşla İslâmî cihadı karşılaştırıp cihadın güçsüzlerin (müstaz‘af) sömürü, baskı ve zulümden kurtuluşunu sağlayan olumlu ve ahlâkî yönlerini ortaya koydu. 1920’li yıllarda Hindistan Hilâfet Hareketi’ne katılan Mevdûdî yazılarında çoğunlukla Müslümanların içinde bulunduğu kötü durumu ele aldı. Hilâfet hareketinin başarısızlıkla sonuçlanmasının arkasından vuku bulan Hindu-Müslüman çatışmaları Mevdûdî’nin fikir hayatında derin izler bıraktı. Bir ara, İngilizler ’in Hindistan’ı işgaline karşı çıkarak burada yaşayan Müslümanların Afganistan’a göç etmesi gerektiğini savunan Hindistan Hicret Hareketi’ne katıldı. Bu arada Ebüzziyâd Niyâzî’den “ders-i nizâmî” denilen farklı bir yöntemle Arapça, fıkıh, edebiyat, mantık ve kelâm okudu; ardından Fetihpûrî Medresesi’nden de icâzet aldı. Ayrıca İngilizce öğrendi.
1928’de Haydarâbâd’a (Dekken) dönen Mevdûdî, 1932’de Tercümânü’l-Ḳurʾân dergisinin editörlüğünü üstlendi. Bu dergi vefatına kadar onun fikirlerinin yayılmasında önemli bir işlev gördü. 1937’de Muhammed İkbal’in daveti üzerine Pathankod’a bağlı Cemâlpûr köyüne (Doğu Pencap) gidip bir eğitim ve araştırma kurumu olarak düşünülen dârülislâmın kuruluşunda görev aldı. 1938’de Muhammed İkbal’in vefatıyla ve bu merkezde ilmî çalışmaların yanı sıra siyasî faaliyetlerde de bulunmak isteyince vakfın kurucularından bazılarıyla arası açıldı. 1939’da dârülislâmı bırakarak Lahor’a yerleşti.
Mevdûdî 1930’lu yılların sonlarında Hindistan’ın bütünlüğünü koruyarak İngiliz işgalinden kurtulmasını savunan Diyûbend merkezli Cem‘iyyet-i Ulemâ-i Hind’in Hint milliyetçiliği tavrına karşı çıktı. Öte yandan Müslümanlar’ın bağımsız bir devlet kurmasını savunan Muhammed Ali Cinnah’ın öncülük ettiği Hindistan Müslümanları Birliği’ne de İslâmî esaslara yeterince hassasiyet gösterilmediği gerekçesiyle mesafeli durdu. Böylece her iki grupla da fikir ayrılığına düşen Mevdûdî, yeni bir hareket başlatmaya karar verdi ve kendisiyle benzer düşünceleri paylaşanları toplantıya çağırdı. Toplantıya katılan yetmiş beş âlim ve aydınla birlikte 25 Ağustos 1941’de Lahor’da Cemâat-i İslâmî teşkilâtını kurdu, başkanlığına da kendisi seçildi. 1942’de teşkilâtın merkezi Pathankod’a taşındı.
19 Nisan 1945’te Pathankod’daki dârülislâmda Hindistan çapındaki 800 delegenin katıldığı genel kurul toplantısında yaptığı konuşmada İslâmî hareketin mahiyet ve geleceğini çeşitli boyutlarıyla ortaya koydu. 1947’de Pakistan’ın kuruluşunun ardından Cemâat-i İslâmî’nin Hindistan ve Pakistan’da iki ayrı teşkilât haline getirilmesi üzerine Mevdûdî Pakistan tarafında kalan Lahor’a yerleşti ve Cemâat-i İslâmî-i Pakistan’ın liderliğini üstlendi. Teşkilât bundan sonra Pakistan’ın yönetiminde İslâmî kuralların geçerli olması için faaliyet gösterdi. 1948 yılında İslâmî içerikli bir dizi radyo programı hazırlayan ve Lahor Hukuk Fakültesi’nde İslâm hukuku ve anayasasına dair konuşmalar yapan Mevdûdî, İslâmî bir anayasa talebiyle ulemâ ve diğer Müslüman gruplarla iş birliğine girişti. Cemâat-i İslâmî’nin görüşleri, Pakistan’ın kuruluşundan ilk anayasanın kabul edildiği 1956 yılına kadar Müslüman ittifakın taleplerini yönlendirdi. 1948 Mart’ında cemaatin Karaçi’deki ilk genel konferansında Mevdûdî yeni kurulan Pakistan Devleti’nin şu esaslar üzerine oturtulması gerektiğini açıkladı: Pakistan hükümeti mutlak hâkimiyet sahibi Allah’ın iradesine ve emirlerine uymalıdır, İslâm hukuku ülkenin temel yasasını oluşturmalıdır, İslâm hukukuna aykırı her türlü yasa geçersizdir, hükümet iktidarını ancak İslâm hukuku çerçevesinde kullanabilir. Bu esasların ülke çapındaki bir kampanyaya dönüştürülmesi iktidarı rahatsız etti.
Hükümetin politikalarını da eleştiren Mevdûdî ve teşkilâtın önde gelenlerinden bazıları 4 Ekim 1948’de tutuklandı. Kamuoyundan gelen büyük tepkiler sonunda 28 Mayıs 1950’de serbest bırakılan Mevdûdî, 21 Ocak 1951’de farklı görüşlerdeki İslâmî grupları bir araya getirmek düşüncesiyle bunların yirmi bir temsilcisinin Karaçi’de toplanmasını sağladı. Bu âlimler, Mevdûdî’nin ortaya koyduğu İslâm devletinin ilkeleri hususunda anlaşmaya vardıklarını ilân ettiler. İki yıl sonra düzenlediği benzer bir toplantıda da aynı konuda ulemânın onayını ve desteğini aldı.
Ülkede tehlikeli bir şekilde yayılmaya başlayan Kādiyânîlik aleyhinde hazırladığı Ḳādiyânî Mesʾelesi adlı risâlesi yasaklanan Mevdûdî, Cemâat-i İslâmî’nin 1953’te Pencap’ta düzenlediği Kādiyânîlik karşıtı gösterileri yazılarıyla kışkırttığı gerekçesiyle askerî mahkeme tarafından 11 Mayıs 1953’te ölüm cezasına çarptırıldı. Dünya çapındaki baskılar üzerine cezası önce sivil bir mahkeme tarafından ömür boyu hapse çevrildi, ardından yüksek mahkemede beraat etti (22 Nisan 1955). 24 Ocak 1956’dan itibaren İslâm anayasası konusunda seri konferanslar vermek için Doğu Pakistan’ın (şimdiki Bengladeş) önemli şehirlerini gezdi. 1956 anayasasında İslâmî temellere dayanan bir toplum oluşturulmasını, kanunların Kur’an ve Sünnet ışığında düzenlenmesini öngören maddelere yer verilmesinde Mevdûdî’nin ve lideri bulunduğu örgütün etkisi büyüktür. Anayasanın bu yapısı Cemâat-i İslâmî’nin siyasî bir parti haline gelmesine zemin hazırladı. Ancak 1958’de Eyyûb Han’ın yönetime el koymasıyla anayasa yürürlükten kaldırıldı ve diğer siyasî partiler gibi Cemâat-i İslâmî’nin de faaliyetleri durduruldu.
Sonraki bölümlerde Hindistan yarım adasından çıkıp Suudi Arabistan, Ürdün, Suriye, Mısır, vb. İslâm ülkelerine yolculuk yapması, ana hatlarıyla görüşleri ve aynı şekilde yazdığı eserleri hakkında bilgi verilecektir.
Henüz yorum yapılmamış.