SOSYAL-KÜLTÜR
UNICEF’in Cinsel Şiddet Raporu: Bir Müslümanın Bakış Açısı
Müslümanlar her kıtada yaşarken, rapordaki veriler, çocuklara yönelik cinsel şiddet vakalarının en yüksek sayıda bulunduğu bölgelerin Müslümanların yoğun olduğu yerler olmadığını göstermektedir.
Semiu Babatunde ILORI
Geçtiğimiz günlerde UNICEF, 11 Ekim’de kutlanan Uluslararası Kız Çocukları Günü vesilesiyle bir rapor yayınladı. Bu rapor, dünya genelinde çocuklara yönelik cinsel şiddetle ilgili dehşet verici istatistikler sunuyor. Rapora göre, 370 milyondan fazla kız çocuğu ve kadın, 18 yaşına gelmeden tecavüz veya cinsel saldırıya maruz kalmış durumda; bu da her sekiz kız çocuğundan birinin bu vahşeti yaşadığı anlamına geliyor. Ürkütücü bir tablo çizen bu durum, yalnızca çocukluk döneminde kalmıyor; yetişkinlik dönemlerine de yansıyor ve masum yavrularımızın geleceğini karartıyor. Sonuç olarak, toplumun en zayıf halkası olan çocukların korunması gerektiği gerçeği, vicdanlarımızı derinden yaralıyor ve adil, barışçıl, güvenli bir dünya idealimizi tehdit ediyor.
UNICEF İcra Direktörü Catherine Russell, çocuklara yönelik bu insanlık dışı şiddeti “ahlaki vicdanımızda kara bir leke” olarak tanımladı. Russell, çocukların kendilerini güvende hissetmeleri gereken yerlerde, tanıdıkları kişilerden gelen bu tür saldırıların derin ve kalıcı yaralar açtığını vurguladı.
Yüce Allah, “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz...” buyurmuştur (Âl-i İmrân 3:110). Ayrıca, Efendimiz’in (s.a.v.) çocuklara karşı şefkatli olunması gerektiğini öğütlediği de bilinmektedir. Bu yüzden Müslüman toplumların çocuklara yönelik cinsel şiddet konusundaki endişe verici istatistiklerde nasıl bir yer aldıkları merak konusu oldu. İslam’ın ahlaki emirleri, kültürel normlar ve yasal düzenlemelerin bu kritik mesele üzerindeki etkileri nelerdir?
Bu İstatistiklerde Diğerlerine göre Müslüman Toplumlar Nasıl?
UNICEF’in raporu, çocuklara yönelik cinsel şiddetin yalnızca belirli bir bölgeye veya kültüre özgü olmadığını; aksine, coğrafi, kültürel ve ekonomik sınırları aşan yaygın bir sorun olduğunu gözler önüne sermektedir. Mağdurların sayısı ve oranı bölgelere göre değişiklik göstermektedir: En yüksek mağdur sayısı 79 milyon kız çocuğu ve kadınla (%22) Sahra Altı Afrika’da yer alırken, bunu 75 milyonla Doğu ve Güneydoğu Asya (%8), 73 milyonla Orta ve Güney Asya (%9), 68 milyonla Avrupa ve Kuzey Amerika (%14), 45 milyonla Latin Amerika ve Karayipler (%18), 29 milyonla Kuzey Afrika ve Orta Doğu (%15) ve 6 milyonla Okyanusya (%34) izlemektedir. Bu çarpıcı veriler, çocuklara yönelik cinsel şiddetin küresel ölçekte geldiği tehlikeli boyutları ortaya koyarak uluslararası bir krizle karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.
Müslümanlar her kıtada yaşarken, rapordaki veriler, çocuklara yönelik cinsel şiddet vakalarının en yüksek sayıda bulunduğu bölgelerin Müslümanların yoğun olduğu yerler olmadığını göstermektedir. Örneğin, vakaların sayı bakımından en yüksek olduğu Sahra Altı Afrika bölgesinde Müslümanlar nüfusun yalnızca %15’ini oluşturmaktadır. Oran açısından en yüksek olan Okyanusya’da ise Müslüman nüfusu ancak %1,4’tür. Dolayısıyla, bu iki bölgede azınlık olduklarını göstermektedir. Dünya Müslüman nüfusunun %60’ından fazlası Asya’da yer alırken, ülke bazında yapılan analizler Müslüman toplulukların bu çirkin istatistiklerle ilişkisinin sınırlı olduğunu ortaya koymaktadır. İstatistikler, Müslümanların yoğun yaşadığı Güneydoğu Asya ülkelerinde %8, Orta ve Güney Asya’da ise %9 oranında cinsel şiddet vakası olduğunu göstermektedir. Her iki oran da dünya ortalaması olan %12,5’in altındadır. Müslümanların yaklaşık %20’sine ev sahipliği yapan Orta Doğu ve Kuzey Afrika’ya gelince, burada cinsel şiddet vakalarının oranı %15’tir.
Avrupa ve Amerika’ya bakıldığında, cinsel şiddet vakalarının oranı %14’tür. Batı Dünyası’nın diğer bir parçası olan Latin Amerika ve Karayipler ise %18 oranıyla çirkin tabloda herhangi bir Müslüman çoğunluğu bölgesinden yüksektir. Bu durum, Müslüman toplumların çocuklara yönelik cinsel şiddetin dünya genelinde nispeten düşük seviyelerde yer aldığına işaret etmektedir.
Çocuklara yönelik cinsel şiddet vakalarının Müslüman toplumlarda nispeten düşük istatistiklerle temsil edilmesine rağmen, bu tür olayların tamamen ortadan kalkmadığını kabul etmek son derece önemlidir. Müslüman halklarının, örnek bir toplum olarak bu tür sorunlarla anılmaması gerekmektedir. Bu gerçeği kabul etmek, sorunla etkili bir mücadele için kritik bir adımdır.
Müslüman toplumlarda çocuklara yönelik cinsel şiddet olaylarına katkıda bulunan faktörleri belirlemek ve bağlama özgü çözüm önerileri geliştirmek, bu suçları önlemek ve müdahale etmek açısından büyük önem taşımaktadır. Kültürel normlar, dini öğretiler ve yorumlar, yasal çerçeveler ve yaptırımlar gibi unsurların yanı sıra sosyal tanımlar ve damgalama da dikkate alınmalıdır. Bu unsurların etkileşimi, çok yönlü bir yaklaşım geliştirilmesine katkıda bulunacaktır.
Trendin Yeniden Şekillenmesinde Kültürlerin ve Yasaların Rolü
İslam, cinsel şiddeti açıkça kınamakta ve bu tür eylemleri önlemeye yönelik net bir rehberlik sunmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de, yasadışı cinsel ilişkilere karşı kesin bir uyarıda bulunularak, “Sakın zinaya yaklaşmayın; doğrusu bu çirkindir, kötü bir yoldur.” (İsrâ, 32. Ayet) buyrulmaktadır. Bu ayet, cinsel çekiciliği tetikleyebilecek uygunsuz giyim ve davranışlardan, çocuklar da dâhil olmak üzere karşı cinsler arasında gereksiz birlikteliklerden kaçınılması gerektiğine dair önemli dersler içermektedir.
Peygamber Efendimiz de (s.a.v.), 10 yaşından itibaren erkek ve kız çocuklarının birbirinden ayrılmasının gerekliliğini vurgulamıştır. Ayet, özellikle savunmasız bireylere karşı gerçekleştirilen cinsel ihlalleri ahlaksızlık ve kötülük olarak tanımlamaktadır. Bu öğretiler, bilinçli Müslümanları bu tür çirkin eylemlerden uzak tutmakla kalmamalı; aynı zamanda inananlara cinsel şiddeti aktif bir şekilde önleme ve mücadele etme konusunda ilham vermelidir.
Müslümanlar, bu ilahi prensipleri derinlemesine düşünerek koruma, merhamet ve adalet kültürünü daha da geliştirebilir; böylece cinsel şiddet olaylarını azaltarak, başta savunmasız çocuklar olmak üzere herkes için daha güvenli bir toplum oluşturmaya katkı sağlayabilirler. Ayrıca, Müslüman toplumlar, tecavüz ve cinsel saldırıya zemin hazırlayabilecek Batılılaşma eğilimlerinden kaçınarak kendi değer ve geleneklerine sahip çıkmalıdır. İslam kültürü, bireysel hakların güvence altına alındığı, savunmasız çocukların korunduğu saygın, barışçıl ve eşitlikçi bir toplum idealini teşvik eder. Çocukların bakımının genellikle üçüncü şahıslara bırakıldığı Batı uygulamalarının aksine, İslam, güven, saygı ve ebeveyn gözetimi ilkelerini ön planda tutar. Müslüman ebeveynler, çocuklarını Allah’ın onlara emanet ettiği kutsal bir değer olarak görmeli ve onların korunması, eğitimi ve gelişiminden birinci derecede sorumlu olduklarını bilmelidir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), ebeveynlerin sorumluluğunu vurgulayarak şu şekilde buyurmuştur: “Hepiniz çobansınız, güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Erkek, ailesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın, kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur...” Bu öğreti, ebeveynlerin çocuklarının yetiştirilmesindeki aktif katılımlarını teşvik ederken, aynı zamanda sorumluluk anlayışlarını da pekiştirmektedir. Böylece, ebeveynlerin bu sorumluluk bilinci, çocukların tecavüz ve cinsel saldırılara karşı daha az savunmasız hale gelmelerini sağlamakta ve daha güvenli bir ortam yaratılmasına katkıda bulunmaktadır. İyi bir ebeveynlik, yalnızca çocukları korumakla kalmayıp, aynı zamanda onları cinsel saldırganlığa yöneltilmeyecek temelini oluşturur.
Cinsel şiddetle etkili bir şekilde mücadele etmek amacıyla Müslüman toplumlar, mevcut İslami ilkeleri tamamlayacak şekilde yasalarını ve yönetmeliklerini güçlendirmelidir. Bu bağlamda, aşağıdaki kilit tedbirlerin uygulanması büyük önem taşımaktadır:
- Cinselliğin kontrol altına alınması:İslam hukukuna benzer şekilde, insanları evliliğin yasal çerçevesi dışındaki her türlü cinsel faaliyetten caydırıcı düzenlemeler yapılmalıdır.
- Toplumsal Savunuculuk:Cinsel şiddetin mağdurları ve toplum üzerindeki zararlı etkilerini açığa çıkarmak için toplumsal savunuculuk faaliyetleri artırılmalıdır.
- Gizli Raporlama Kanalları:Mağdurların kendilerini güvende hissedebileceği gizli raporlama kanalları oluşturulmalı ve bu sayede mağdurların konuşmaya ve adalet aramaya teşvik edilmesi sağlanmalıdır.
- Hızlı ve Adil Harekete Geçiş:Faillere karşı hızlı ve adil bir şekilde harekete geçilmesi, sadece mağdurlar için değil, aynı zamanda potansiyel diğer failler için de caydırıcı bir etki yaratacaktır.
Müslüman toplumlar, bu tedbirleri hayata geçirerek savunmasız bireyleri koruyabilir, hesap verebilirlik kültürünü teşvik edebilir ve İslami adalet ile merhamet değerlerini destekleyebilirler. Bu kapsamlı yaklaşım, cinsel şiddetin ortadan kaldırılmasına yardımcı olacak ve daha güvenli, daha adil bir toplumu teşvik edecektir.
Sonuç olarak, Müslümanlar, yozlaşmış bir toplumda olumlu değişimin temsilcileri olarak kritik bir rol oynamaktadır. Dünyayı etkili bir şekilde reforme etmek için, “şefkat evde başlar” sözünü unutmadan, önce kendi toplumlarındaki sorunları ele almalıdırlar. Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi: “ İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmrân 3: 104). Müslümanlar, bu ilahi rehberliği dikkate alarak yerel toplumların ıslahına öncelik vermeli, iyiliği, doğruluğu ve adaleti teşvik etmeli ve cinsel şiddet gibi toplumsal hastalıklarla kararlılıkla mücadele etmelidir. Böylece Müslümanlar, canlı ve ahlaki bir toplum yaratabilir ve nihayetinde küresel olumlu değişime ilham verebilirler.
Henüz yorum yapılmamış.