Sosyal Medya

SİYASET

İsrail BM Kuruluşlarıyla Neden Çatışma Yaşıyor?

Siyonist devlet, Medine’deki Kurayzaoğulları ve Nadiroğulları Yahudi kabilelerinin tam bugünkü yansımasıdır. Bu kabileler, Peygamber tarafından tanınmış ve özgürce yaşamaları sağlanmıştı; ancak ihanet yolunu seçerek bu güveni zedelediler. Bugün modern Siyonist liderlerin, en sadık müttefiklerine bile ters düşebiliyor.

Ifeoluwa Siddiq Oyelami

İsrail ile Birleşmiş Milletler arasındaki ilişkilerde sular durulmuyor. İsrail’in 2023 Ekim ayında Gazze’de başlattığı operasyon, yalnızca Gazze halkını değil, bölgedeki birçok uluslararası kuruluşu da hedef aldı. Bunların başında ise Birleşmiş Milletler’e bağlı Yardım ve Çalışma Ajansı (UNRWA) geliyor. İsrail’in UNRWA’ya yönelik düşmanca tutumunun yalnızca anlık bir tepki değil, Filistinlileri topraklarından koparmayı hedefleyen uzun vadeli bir stratejinin parçası olduğunu söyleyen Orta Doğu gazetecisi Mat Nashed, bölgedeki paydaşlarla yaptığı görüşmelere dayanan çarpıcı iddialarda bulunuyor.

1948’deki büyük felaket, yani Nakba sırasında yurtlarından koparılan Filistinlilere destek sağlamak amacıyla 1949’da kurulan UNRWA, bu mağdurlara güvenli şekilde vatanlarına dönene dek yardımcı olmayı hedefledi. BM’nin Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkını tanıması, UNRWA’nın varlığı ile de desteklenmektedir. Ancak bu yetki ve misyon, İsrail’in bölgedeki politikalarını zorlayan bir unsur olarak görülmüş ve İsrail’in tepkisini çekmiştir. İsrail, yıllardır UNRWA’yı Hamas’la ilişkilendirip Batılı ülkeler nezdinde ajansın finansmanını durdurmak için lobi çalışmalarını yürütüyor. 7 Ekim’den sonra ABD ve Almanya gibi ülkeler gibi bu çağrıya kulak vermesinin yanı sıra İsrail, bu hafta artık UNRWA’yı tanımayacağını duyurdu.

İsrail ile Birleşmiş Milletler arasındaki gerilim, UNRWA konusundaki anlaşmazlıkları aşarak daha geniş bir cepheye yayılmış durumda. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, Eylül ayında BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, BM üyesi birçok ülkenin İsrail’in varlığına bile tahammül edemediğini savunarak Genel Kurul’u Yahudi düşmanlıkla itham etti. Netanyahu’nun açıklamalarına göre, son on yıl içinde BM, İsrail’i 174 kez kınamış ve bu kınamaların sayısı, diğer tüm ülkelerin toplamından bile iki kat fazla. Bu tablo, İsrail’in BM’yi kendi varlığına karşı bir tehdit olarak gördüğünün ve bu kuruluşla arasındaki uçurumun her geçen gün daha da derinleştiğinin açık bir göstergesi.

Netanyahu, New York’ta yaptığı konuşmada ülkesini ve müttefiklerini “barışın yanındaki güçler”, karşıtlarını ise “teröristler” olarak tanımlarken, İsrail’in askeri hareketlilikleri de bu söyleme eşlik etti. İsrail işgal güçleri, Lübnan’a saldırı başlattıktan sonra, bir hafta içinde BM barış gücü askerlerine geri çekilme çağrısı yaptı. 10 Ekim’de ise İsrail güçlerinin, Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Gücü (UNIFIL) karargâhındaki bir gözlem kulesine ateş açması sonucu iki barış gücü askerinin hayatını kaybettiği bildirildi.

UNIFIL, İsrail’in Lübnan’a yönelik ilk saldırılarından hemen sonra, 1978 yılında BM Güvenlik Konseyi tarafından kuruldu. Bugün, 50 ülkeden 10.000’den fazla barış gücü askerini bünyesinde barındıran bu güç, Asya (5,662), Avrupa (4,127), Afrika (1,006), Kuzey Amerika (54), Okyanusya (30) ve Güney Amerika (16) gelen personellerle oluşturulmuş. Yani İsrail, bu kadar insanlarla kafa tutuyor.

Şayet BM gerçekten de dünya iradesini temsil eden bir kuruluşsa, İsrail’in son hamleleri, özellikle de BM Genel Sekreteri António Guterres’i “istenmeyen kişi” ilan etmesi, uluslararası topluma karşı adeta sembolik bir meydan okuma olarak değerlendirilebilir. Bu tavırda ironik bir çelişki var: İsrail, 29 Kasım 1947’de BM’nin 181 sayılı Kararı ile kuruldu; bu karar, eski İngiliz Mandası Filistin’i Yahudi ve Arap devletlerine bölen tarihi bir adımdı. O günden bugüne İsrail, BM Güvenlik Konseyi’nde ABD’nin vetolarıyla birçok kez korundu ve bu koruma, İsrail’in BM içindeki ayrıcalıklı konumunu da pekiştirdi. Dolayısıyla, bugün İsrail’in BM ile olan bağlarını koparmaya yönelik adımları, “yediği kaba pislemek” gibidir.

Siyonist devlet, Medine’deki Kurayzaoğulları ve Nadiroğulları Yahudi kabilelerinin tam bugünkü yansımasıdır. Bu kabileler, Peygamber tarafından tanınmış ve özgürce yaşamaları sağlanmıştı; ancak ihanet yolunu seçerek bu güveni zedelediler. Bugün modern Siyonist liderlerin, en sadık müttefiklerine bile ters düşebiliyor. Tarihte de İsrail’in varlığı için en büyük desteği sunan ülkelerle gerilim yaşamalarında görebiliyoruz.  1948’de İsrail’in kuruluşundan önce, İngiltere’nin Filistin’de demografiyi yönetme ve Yahudi göçünü kolaylaştırma çabaları, bazı Siyonist grupların arzuladığı hızda gerçekleşmeyince, gerilla taktikleriyle “bağımsızlık” arayışı hız kazandı. 91 kişinin ölümüne neden olan Kudüs’teki İngiliz King David Oteli’nin bombalanması ve 1946’da Roma’daki İngiliz Büyükelçiliği’nin bombalanması gibi İngiliz çıkarlarına saldırdılar. Irgun adlı Yahudi terör örgütün gerçekleştirdiği bu saldırılar, aralarında daha sonra İsrail’in başbakanı olacak Menachem Begin’in de yer aldığı isimleri İsrail’in lider kadrosuna taşıdı.

ABD, İsrail’in “stratejik müttefiki” olarak lanse edilse de, İsrail’in casusluk faaliyetlerinden nasibini fazlasıyla almıştır. En bariz örneklerden biri, 1987’de İsrail adına casusluk yaparken yakalanan Yahudi Amerikalı Jonathan Pollard’ın davasıdır. Ancak bu yalnızca buzdağının görünen kısmı! Yıllardır eski CIA yetkilileri, MOSSAD’ın dost ve müttefik demeden ABD’yi hedef alan devasa bir casusluk ağı kurduğunu itiraf ediyor. Buna rağmen, Washington’daki İsrail yanlısı lobilerin etkisiyle ABD’li politikacılar ve medya organları, bu kirli gerçekleri örtbas etmek için adeta yarışıyor.

Ne yazık ki, birçok Müslüman liderin, küresel Siyonist yapıdan siyasi ve ekonomik menfaatler bekleyerek İsrail’le gizli veya açık iş birliği yapmaya devam ediyor. Müslüman ülkelerin limanlarına İsrail ticaret gemilerinin, hatta savaş gemilerinin yanaşması, Müslüman coğrafyasının izzetine gölge düşüren bir durumdur. Tarih, bu tarz ittifakların uzun ömürlü olmadığını tekrar tekrar göstermiştir. İsrail, menfaatine uymadığı an en yakın müttefikini bile bir kalemde harcamaktan çekinmeyen bir politikayla hareket ediyor. Nitekim, Arap Birliği’nin Gazze’den çekilme yönündeki önerilerini reddeden İsrail, birkaç ay önce aynı ülkelerle masa başında gülücükler saçıyordu. Ne acıdır ki, İslam âlemindeki bazı liderler bu iki yüzlülüğü görememektedir.

Sonuç olarak, dünya artık nasıl bir yapıyla karşı karşıya olduğunu görmelidir. Siyonist İsrail, kendi çıkarlarını her şeyin önünde tutarak, diplomatik ilişkilerin zerre kadar kıymetini bilmemiştir. Uluslararası arenada, diğer ülkeleri sadece hedeflerine ulaşmak için birer basamaktan ibaret görmektedir. İsrail’in BM gibi küresel yapılarla karşı karşıya gelmeye devam etmesi, aslında onun dünyaya karşı nasıl bir tutum içinde olduğunu sorgulatıyor.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.