SİYASET
Arnavutluk’ta “Bektaşi Devleti” fikri altında neler yatıyor?
Editoryal*
21 Eylül’de The New York Times’ta yer alan haberde, Arnavutluk’un başkenti Tiran’ın merkezinde yeni bir “Müslüman devlet” kurulması planlarından bahsedildi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda konuşan Başbakan Edi Rama, Bektaşi Tarikatı Dünya Merkezi’nin Tiran’da egemen bir varlık olarak inşa edilmesinin, ılımlılık, hoşgörü ve barış içinde bir arada yaşamayı temsil edeceğini söyledi. Rama’nın sözleri, bu hamlenin Batı’ya bir mesaj niteliği taşıdığını düşündürüyor.
Bu yeni “Müslüman devleti,” 120 dönümlük Vatikan’dan çok daha küçük, sadece 27 dönümlük bir alanda kurulacak. Ancak “Müslüman devleti” olarak anılmasına rağmen, İslam hukukuna göre yönetilen diğer Müslüman ülkelerden çok farklı olacak. Arnavutluk’taki Bektaşi Tarikatı lideri Edmond Brahimaj’a göre, bu yapı alkol tüketimini yasaklamayacak, kadınların giyimine karışmayacak ve yaşam tarzına dair hiçbir sınırlama getirmeyecek. Brahimaj, “Allah hiçbir şeyi yasaklamaz; bize akıl vermesinin nedeni budur” diyerek ilginç bir açıklamada bulundu.
İslam dünyasında Arnavutluk denince akla Nasirdin Albani, Şuayb Arnavut ve Abdülkadir Arnavut gibi büyük alimler gelir. Ancak bugünlerde Arnavutluk, bambaşka bir meseleyle gündeme oturdu. “Yeni bir Müslüman devlet” fikri, bu coğrafyada acaba ne anlama geliyor? Bektaşi Tarikatı nasıl bir yapı? Arnavutluk, neden böyle bir girişim peşinde? Tüm bu sorular, İslam dünyasında yeni tartışmaların fitilini ateşliyor.
Bektaşi Tarikatı
Bektaşi Tarikatı, Osmanlı Devleti’nde 13. yüzyılda kök salmaya başlayan ve Hacı Bektaş Veli’nin öğretilerini temel alan önemli bir Sufi oluşumdur. Hacı Bektaş Veli’nin 1271 yılında vefatıyla manevi mirası, zamanla daha da derinleşerek kurumsallaşmaya başladı. Başlangıçta Sünni Sufi tarikatlarla benzerlik gösteren Bektaşilik, 15. yüzyılda Balım Sultan’ın önderliğinde geçirdiği dönüşümle, Şii ve Hurûfî unsurları da içerecek şekilde yeniden şekillendi. Böylece, günümüzdeki anlamıyla Bektaşilik olarak anılmaya başlayan bu tarikat, kendine özgü bir yapı kazandı.
Bektaşi Tarıkatının Kurucusu Hacı Bektaş Veli (ö. 1341)
1481’de Osmanlı tahtına geçen Sultan II. Bayezid, dönemin şartları gereği doğuda yükselen ve Osmanlı topraklarını tehdit eden Şah İsmail’in devletine karşı önlemler almaya yöneldi. II. Bayezid, Anadolu’da yayılmaya başlayan Şiilik etkisini dengelemek amacıyla, Bektaşiliği devletin kontrolü altına aldı. Bu hamle, Bektaşiliğin güçlendirilmesiyle birlikte, Şii eğilimlerden uzak durmasını sağlamaya yönelik bir hamle olarak Osmanlı siyasetinde önemli bir yer tuttu.
Bu dönemde Bektaşilik, Osmanlı’nın desteğiyle Balkanlar’da hızla yayılmaya başladı. Özellikle Osmanlı askeri yapısının belkemiğini oluşturan Yeniçeri Ocağı ile Bektaşi Tarikatı arasında güçlü bir bağ kuruldu. İlk olarak I. Murad döneminde kurulan Yeniçeri Ocağı, devşirme sistemiyle toplanan gençlerin askerî eğitim aldığı bir yapıydı. Bektaşi dervişleri, yeniçerilere dini ve ahlaki rehberlik sağlarken aynı zamanda askerî disiplinin bir parçası olarak yetiştirilmelerine katkı sunuyordu.
1826 yılında Osmanlı Devleti, Yeniçeri Ocağı’nı ortadan kaldırarak köklü bir değişime imza attı. Yeniçerilerle yakın bağları nedeniyle Bektaşilik de bu süreçte yasaklandı. Tarikata ait mal varlıklarına el konulurken, birçok Bektaşi dergahı ya başka tarikatlara devredildi ya da tamamen kapatıldı. Ancak Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra, Osmanlı’nın merkezi otoritesinin daha zayıf olduğu Arnavutluk gibi bölgelerde Bektaşilik yeniden canlanma fırsatı buldu. Bu coğrafyada Bektaşilik, Osmanlı sonrası dönemde de varlığını sürdürecek bir manevi merkez haline geldi.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanının ardından, 1925 yılında radikal bir adım atılarak tüm tarikatlar kapatıldı ve tekkeler, zaviyeler tamamen yasaklandı. Bu yasaklama yalnızca Bektaşiliği değil, Osmanlı döneminden kalan tüm tarikat yapılarını etkiledi. 1929’da, tarikatın merkezi Türkiye’den Arnavutluk’a taşındı. Osmanlı döneminde de Arnavutluk’ta önemli bir varlık gösteren Bektaşilik, 1929 yılında düzenlenen Büyük Bektaşi Kongresi’nde merkezini resmen Arnavutluk’a taşımış oldu. Türkiye’de tarikat faaliyetlerinin yasaklanması üzerine Bektaşi lideri Salih Niyazi Dedebaba, Mısır üzerinden Arnavutluk’a geçerek 1941’e kadar bu görevini burada sürdürdü. Ancak, II. Dünya Savaşı sırasında Arnavutluk’un İtalyan işgaline uğradığı dönemde öldürüldü.
Arnavut Kimliğinin Oluşumunda Bektaşilik
Bektaşiliğin Arnavutluk’ta yerleşmesi, ülkenin milli kimlik oluşturma çabalarına entegre bir unsur haline geldi. Ülke nüfusunun yaklaşık %5’ine tekabül eden bir azınlık akımı olmasına rağmen, Bektaşilik, Arnavut toplumunu oluşturan bir “İslam modeli” olarak yeniden kurgulandı. Arnavut milliyetçiliğinin önde gelen figürlerinden Naim Frashëri, Bektaşiliği Arnavut kimliğiyle özdeşleştirmek için çaba gösterdi ve bu öğretiyi milli bir sembol olarak gördü.
Ancak II. Dünya Savaşı sonrasında, Komünist lider Enver Hoca’nın iktidarıyla birlikte ülkede dini kurumlar ciddi baskı altına alındı. Enver Hoca, Arnavutluk’u ateist bir devlet olarak ilan etti ve 1990’lara kadar sürecek bir dini yasaklar dönemi başlattı. Bu süreçte, Bektaşilik de dahil olmak üzere tüm dini faaliyetler tamamen yasaklandı.
Ateizm politikalarının son bulmasının ardından, 1993 yılında Reşat Dedebaba Arnavutluk’ta tekrar dedebaba olarak seçildi. Bu atama, Türkiye’de bazı Bektaşi çevrelerinde tartışmalara yol açtı. Özellikle İzmir’deki bazı Bektaşiler, Türkiye’nin halife babasını seçmiş olduğunu ve dolayısıyla dedebaba unvanının Arnavutluk’taki bir liderde olamayacağını ileri sürdüler. Ancak 2011’den itibaren, Arnavutluk’taki Bektaşilik daha kurumsal bir yapıya kavuşarak faaliyetlerini düzenli bir şekilde yürütmeye başladı.
2015'te Baba Edmond Arnavut Müslümanlar ile Dëshmorët e Kombit Bulvarı’nda Bayram Namazında
Arnavutluk, Bektaşi Tarikatı’nı yalnızca manevi bir varlık olarak değil, aynı zamanda diplomatik bir araç olarak da kullanmıştır. Avrupa Birliği üyeliği hedefine ulaşmak için tarikatı, ülkenin uluslararası ilişkilerinde bir “koz” olarak konumlandırıyor. Tarikat, evanjelik veya doktriner bir odağa sahip olmaması ve geleneksel İslami uygulamalara uyma konusunda hoşgörülü yaklaşımıyla, Batı dünyasında İslam’ın daha ılımlı ve hoşgörülü bir kolu olarak kabul edilmektedir.
Bektaşilik, diplomatik gücünün yanı sıra turizm açısından da önemli bir araç haline gelmiştir. Arnavutluk’ta bazı seyahat acenteleri, Bektaşi mirasına odaklanan turları aktif bir şekilde tanıtarak, ziyaretçilere bu “eşsiz Sufi” geleneğini daha yakından keşfetme fırsatı sunmaktadır.
Baba Edmond Brahimaj’ın liderliğinde, Bektaşi Tarikatı giderek artan bir şekilde siyasi alana müdahil olmaya başlamıştır. Brahimaj, Bektaşiliği, “radikal İslamcılık” olarak tanımladığı ideolojilere karşı ılımlı bir alternatif olarak konumlandırmaya çalışmaktadır. Bununla birlikte, Katolik kilisesiyle yakın ilişkiler kurma çabasında da bulunmuştur. Ayrıca, Arnavutluk gazetesi Shqiptarja’ya verdiği bir röportajda, Bektaşiliği Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar gibi İslam ülkeleri için potansiyel bir model olarak tanıtmıştır. Dolayısıyla Bektaşi devleti kurma vizyonu şaşırtıcı değildir!
Bektaşi Devlet Projesi
Planlanan bu “Bektaşi Devleti,” Tiran’daki bir arazide, Vatikan benzeri bir statüye sahip olacak ve 27 dönümlük bir alanda kurulacak. Bu merkezde, Bektaşi liderliği idari işlerden sorumlu bir konsey tarafından yönetilecek ve vatandaşlık hakkı tanınacaktır. Vatandaşlık belgesi, pasaport gibi haklar sağlanacak ve güvenlik için istihbarat birimi oluşturulacak, ancak askeri bir güç olmayacak.
Arnavutluk halkı için bu proje bir sürpriz oldu. Mesela BBC Türkçeye röportaj veren Arnavut asıllı Amerikan Prof. Elidor Mehilli “Hiç kimse böyle bir duyuru beklemiyordu. Arnavutluk’ta değil, New York Times’ta yapıldı. Açıkçası, bence Arnavutluk’taki Bektaşi toplumu da bilmiyordu, çünkü onlar da şaşırdılar” diye ifade etti.
Siyonist proje midir?
Bektaşi Devleti üzerine farklı yorumlar öne çıkıyor. Bir yoruma göre, ABD ve İsrail bu projeyi destekleyerek Balkanlar üzerinde yeni bir nüfuz aracı oluşturmayı hedefliyor. Bu görüşe göre, ABD ve İsrail Balkanlarda doğrudan müdahale etme imkanını kaybettikleri için, Bektaşi Devleti gibi bir yapı aracılığıyla bölgede etkilerini sürdürmeyi planlıyorlar. Ayrıca, bazı kaynaklar ABD’li Yahudi bir milyarder olan ve Başbakanı Edi Rama ile yakın ilişkisi bulunan Macar asıllı George Soros’un Balkanlar’daki çeşitli projelerinden biri olduğunu iddia ediyor. Bu bağlamda, Siyonist projesi olarak düşünülüyor.
Bu bağlamda diğer bir yorum ise İran’ın etkisini sınırlandırmak üzerine. İran, uzun yıllardır “devrim ihracı” fikrini benimsiyor ve Şii İslam etkisini Ortadoğu’nun çeşitli bölgelerine yaymaya çalışıyor. Bu çaba, Ortadoğu’da gerilimi artırarak İran’ın etki alanını genişletme stratejisi olarak görülüyor. Bu projeyle, İran’ın Balkanlardaki etkisinin zayıflatılması hedefleniyor.
Yine Bektaşi devleti projesi, aslında liberal Müslümanlığın devlet düzeyinde bir yansıması olarak okunabilir. Edi Rama’nın da ifade ettiği gibi, bu devlet projesi dinî hoşgörü ve barışçılık temelinde şekillendirilmiştir. Vatikan modeline benzer bir yapının benimsenmesi, Müslümanların hâlâ içinde bulundukları hilafet özlemiyle örtüşen bir yönelim olarak karşımıza çıkıyor. Ancak bu projenin İslam hukuku ile hiçbir bağı olmadığı gibi, Müslümanların uluslararası siyasetteki etkisini zayıflatmaya yönelik bir adımdır.
Nitekim Bektaşi öğretilerinin birçoğu, günümüz dünya düzeniyle rahatça örtüşmektedir. Hatta UNESCO’nun internet sitesinde yer alan bir ifadeye göre, “13. yüzyıl filozofu Hacı Bektaş Veli’nin sözleri, 8 asır sonrasına mesaj verecek niteliktedir ve 1948 yılında kabul edilen ‘İnsan Hakları Beyannamesi’ ile de örtüşmektedir.”
Tepkiler
Türkiye’deki Alevi-Bektaşi topluluğu, Arnavutluk’taki Bektaşi devleti önerisine mesafeli bir yaklaşım sergiliyor. Alevi-Bektaşi Federasyonu sekreteri, bu projenin Alevilere karşı olumsuz bir atmosfer yaratmak amacı taşıdığını ve böyle bir böyle bir girişimin Türkiye’de huzursuzluk kaynağı olabileceğini dile getiriyor. Arnavutluk’ta önerilen devlete karşı da bazı muhalefetler mevcuttur. Arnavutluk Müslüman Topluluğu, projeyi “ülkenin geleceği için tehlikeli bir emsal” olarak tanımlamış ve önerilen devletin, dini topluluklarla tartışılmadan gündeme getirilmiş olmasını eleştirmiştir.
Henüz yorum yapılmamış.