Sosyal Medya

SOSYAL-KÜLTÜR

Çocuklar için Sosyal Medya Yasaklanmalı mı?

Paris merkezli bir araştırma şirketi olan Ipsos’un 2024 yılında gerçekleştirdiği bir ankete göre, 30 ülkeden katılımcıların %65’i 14 yaş altındaki çocukların sosyal medya kullanımına hem okulda hem de evde yasak getirilmesini destekliyor. Peki nasıl olabilir?

Ifeoluwa Siddiq Oyelami

Avustralya’da 16 yaşından küçük çocukların sosyal medya kullanımını yasaklayan yeni yasal düzenleme, dünyanın dört bir yanından dikkat çekti. Bu karar, kimileri tarafından çocukları korumak adına atılmış bir adım olarak övülse de, bazıları meseleyi çözümden uzak bir yaklaşım olarak görüyor. Paris merkezli bir araştırma şirketi olan Ipsos’un 2024 yılında gerçekleştirdiği bir ankete göre, 30 ülkeden katılımcıların %65’i 14 yaş altındaki çocukların sosyal medya kullanımına hem okulda hem de evde yasak getirilmesini destekliyor. Peki nasıl olabilir?

Avustralya’nın Kanununu Anlamak

Avustralya’nın yeni düzenlemesi, uygulama sorumluluğunu doğrudan teknoloji devlerine yüklüyor. Buna göre, kuralları ihlal eden şirketler 50 milyon Avustralya doları (yaklaşık 32,5 milyon ABD doları) gibi ağır cezalarla karşı karşıya kalacak. Ancak ne gariptir ki, bu süreçte ebeveynler ve çocuklar herhangi bir sorumlulukla karşılaşmıyor.

Avustralya’nın e-Güvenlik Komiseri Julie Inman Grant, bu sistemin yaş doğrulama işlemlerini yapay zekâ ile gerçekleştirebileceğini öne sürüyor. Kullanıcıların yaşlarını %99 doğruluk oranıyla tahmin edebileceği iddia edilen teknoloji, el hareketlerini analiz ederek çalışacakmış. Peki, bu sistem ne kadar güvenilir? Daha da önemlisi, böyle bir sistemin altından daha neler çıkabilir?

Yasaklansın mı?

Tüm tartışmaların asıl sorununa dönersek; çocuklarımızı korumak adına sosyal medyayı tamamen yasaklamamız mı gerekiyor? Avustralya Queensland Üniversitesi’nden Nicholas Carah gibi bazı uzamanlar, bu tür yasaların bilimsel temelden yoksun olduğunu iddia ediyor. Teknoloji şirketlerinin de bu yasakların çocukları internetin karanlık ve denetimsiz köşelerine itebileceğini söylüyor.

Burada üzerinde durulması gereken iki temel nokta var: Birincisi, hükümetlerin özellikle gençleri koruma yükümlülüğü tartışmasız bir gerçektir. İkincisi ise sosyal medyanın zararlı olup olmadığı sorusudur ki, bu konuda ortada yeterince delil bulunuyor. Bugün sosyal medya, ahlaki değerleri yozlaştırmakta, çocukları uygunsuz içeriklere maruz bırakmakta ve sağlıksız alışkanlıkları teşvik etmektedir. Daha da vahimi, gençler ve yetişkinler, günde saatlerce bu platformlarda zaman öldürerek hem bireysel hem toplumsal verimliliği tüketmektedir.

2020 yılında yapılan kapsamlı bir meta-analiz, çocuklar ve gençler arasında sosyal medyanın neden olduğu çok boyutlu riskleri ortaya koyuyor. Depresyon, anksiyete ve bağımlılık gibi ruh sağlığı sorunlarından, hareketsiz yaşam tarzı ve sağlıksız beslenme alışkanlıklarına kadar uzanan bir tablo söz konusu. Yeme bozukluklarını tetikleyen beden algısı sorunları da bu dijital bağımlılığın karanlık yüzlerinden yalnızca biri. Daha da vahimi, siber zorbalık, çevrimiçi istismar ve cinsel içeriklere maruz kalma gibi davranışsal bozulmalar, bu platformların ne kadar tehlikeli hale geldiğini gösteriyor. Özellikle 13 yaş altı çocuklar, sosyal medya ve genel olarak ekran bağımlılığı nedeniyle bilişsel ve duygusal gelişimlerini ciddi risk altında buluyor. Elbette bunlar sadece sosyal medyanın değil ekran başında geçirilen zamanın da sorunlarıdır.

Denetimsiz sosyal medya kullanımı önemli zorluklar doğuruyor, evet. Ancak asıl soru şu: Bu meseleye karşı en etkili çözüm tamamen yasaklamak mıdır? Böylesi bir adım, farkında olmadan “yasak meyve” etkisini mi tetikleyecek? İnsan doğası, yasaklanan şeylere karşı her zaman daha fazla merak ve ilgi duyar. Sosyal medyayı yıllarca kullanmaktan mahrum bırakılan gençler, erişim sağladıklarında bu platformlara adeta bağımlı hale gelirse, yasaklar ne işe yaramış olacak? Tıpkı 18 yaşına gelince kötü alışkanlıklara yönelen gençler gibi, 16 yaşına ulaşan çocuklar da yıllarca süren sosyal medya yasağını bir isyan lisansı olarak görebilir. Bu senaryo, yalnızca yasağın sorunun kökenine inmediğini, aksine asıl sonuçları daha da büyüterek ertelediğini göstermiyor mu?

Ne kadar hazırız?

Çocuklar için sosyal medya yasağını savunmak aslında çok kolaydır. Ancak bu yöndeki ihtiyacımızı analiz etmeye ve etkili alternatifler geliştiremeye gelince sınıfta kalmaz mıyız? Yine Avustralya’ya bakacak olursak, çevrimiçi güvenlik alanında uzun süredir öncü olduğunu görüyoruz. 2015 yılında kurulan e-Güvenlik Komisyonu, başlangıçta çocukları korumaya odaklanarak kurmuştur.  Komisyonun bilimsel temele dayalı çalışmaları yürüttüğünü görüyoruz. Peki, kendi şartların çerçevesinde araştırmalar ortaya koyamayan ülkelerde “kopyala-yapıştır” mevzuatı ne kadar etkili olur?

Bugün herhangi bir yasaktan bahsedecek olursa, arkasındaki motivasyonları anlamakla işe başlamak daha mantıklıdır. Toplumsal değerlerin erozyonuna duyulan endişeden mi kaynaklanıyor? Öyleyse çocuklar dijital alanlardan uzak tutulacaksa, bu durumda onların oyun ve öğrenme için anlamlı alternatiflere erişimlerini sağlayacak ne gibi adımlar atılmıştır? Eğer çözüm yasaklamak değilse, alternatif olarak, sosyal medya platformlarının daha güvenli ve ahlaki sınırlar içinde düzenlenmelidir. En azından dijital alanı pasif tüketimden ziyade anlamlı ve üretken bir öğrenme platformu olarak yeniden tasavvur etmeliyiz?

Bunlar ebeveynlerin, eğitimcilerin ve hükümetlerin bilinçli çabalarını gerektiren kritik sorulardır; sadece popülist söylemler değil!

Çocukta Sorun Aranmaz

Bu meyanda birçok ebeveynin bizzat sosyal medya bağımlılığına kapılmışken, çocukların sosyal medya kullanımını düzenlemenin ne kadar etkili olacağı büyük bir soru işaretidir. Bu durum, aslında geçen yüzyılda televizyonun çocuklar üzerindeki etkileri üzerine yapılan tartışmaları hatırlatıyor. O dönemde, şiddet içeren televizyon programlarının çocuklarda saldırgan davranışlara yol açtığını ortaya koyan meşhur Bobo bebek deneyi gibi araştırmalar, televizyonun etkilerine karşı duyulan endişeleri artırmıştı. Ancak zamanla televizyon, yetişkinleri de etkileyerek davranışlardan ilişkilere, modadan aile hayatına kadar birçok alanda belirleyici bir rol oynadı. Bu noktada, Avustralya e-Güvenlik Kurumu’nun da şunu kabul etti: “Hiçbir şey, ebeveynlerin bilgi sahibi olmalarını, sınırlar belirlemelerini ve bir şeyler yanlış gittiğinde çocuklarına yardımcı olmalarını sağlayan hayati konuşmaların yerini alamaz.”

Sonuçta, çocukların üzerinde en güçlü etki, ebeveynlerin ve ailedeki diğer bireylerin oluşturduğu örneklerden gelir. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Hepiniz çobansınız ve her biriniz kendi sürüsünden sorumludur. Bir erkek, ev halkının çobanıdır ve onlardan sorumludur. Bir kadın, kocasının evinin çobanıdır ve ondan sorumludur. Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden sorumlusunuz.”

Ebeveynlerin, yalnızca sosyal medya yasaklarından medet ummak yerine, dijital okuryazarlığın teşvik edilmesine aktif olarak katılmaları şarttır. Çocuklarına doğruyu ve yanlışı öğretmeyen, onların dijital hayatına rehberlik etmeyen ebeveynler, sorunların temel kaynağı haline gelir. Aynı şekilde, sivil toplum kuruluşları ve devlet kurumları, sosyal medyanın sağlıklı kullanımını teşvik eden farkındalık kampanyaları başlatarak bu mücadelede önemli bir rol oynayabilir. Toplum olarak ise, çocuklarımızı ekranlardan uzaklaştırarak fiziksel etkileşim, doğayla bağ kurma ve gerçek sosyalleşme gibi daha anlamlı faaliyetlere yönlendirmek bizim elimizdedir. Çocuklarımızın ahlaki, duygusal ve fiziksel gelişimlerini sağlam bir temele oturtmak için, dijital dünyaya teslim olmadan, güçlü bir irade ve değerler sistemi inşa etmeliyiz.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.