SİYASET
Gazze’deki Ateşkese Dair 7 Kavram

Ifeoluwa Siddiq Oyelami
Gazze’de ateşkesin ilk haftası geride kalırken bölgede gülen yüzler ve sevinç gösterileri görmek bizleri derinden mutlu ediyor. Son günlerde konuya ilişkin pek çok tepki dile getirildi, konuşmalar yapıldı ve sayısız yazı kaleme alındı. Bu süreçte analistler farklı bakış açılarıyla eleştirilerini ve endişelerini ifade ettiler. Ancak benim dikkatimi çeken, El-Cezire İngilizce köşe yazarı Andrew Mitrovica’nın, Gazze’deki ateşkes bağlamında kaleme aldığı dört önemli kavram oldu.
İsrail’in işlediği savaş suçlarını yakından takip eden ve cesur yazılarıyla tanınan Mitrovica, bu makalesinde anlaşmayla ilişkilendirdiği dört temel kavramı ele alıyor: Rahatlama, Minnettarlık, Takdir Etme ve Utanç.
Mitrovica, “Rahatlama” başlığı altında Gazze’deki insanların, İsrail’in vahşi bombardımanlarına ara verilmesinden sonra en azından bir nefes alma imkânı bulabileceklerini ifade ediyor. Ateşkesin rehinlerin aileleri için de rahatlatıcı bir gelişme olduğunu vurguluyor.
Mitrovica, Filistinlilerin son 75 yıldır işgalcilerin iradelerini ve ruhlarını kırma girişimlerine karşı sergiledikleri direnişin mutlaka “takdir edilmesi” gerektiğini belirtiyor. Elbette dünya genelinde artık mesele sadece Filistin’de neler olup bittiğini “bilmek” değil; giderek daha fazla insan, bu gerçeği “kabul edip takdir etmeye” başladı diyebiliriz.
Yazar, ayrıca tüm tehditlere rağmen Gazze halkının yanında durmaya cesaret edenlere duyduğu “minnettarlığını” ifade ediyor. Mitrovica’nın ön plana çıkardığı son kavram ise utançtır. Ona göre, İsrail’in Filistin halkına yönelik sistematik soykırım politikasına göz yuman politikacılar ve hükümetler derin bir “utanç” duymalıdır.
Gerçekten de Andrew Mitrovica’nın kullandığı dört kavram, Gazze meselesini özetliyor ve olayların analizinde güçlü bir çerçeve sunuyor. Ona katılmamak elde değil. Ancak, ateşkesin ardından oluşan atmosfer, yalnızca bu dört kelimeyle sınırlı değil. Yaşananlar başka önemli kavramları da gündeme getiriyor: şüphe, kepazelik ve sebat…
“Şüphe” meselesine değinecek olursak pek çok kişi haklı olarak İsrail’in anlaşmaya bağlılığından şüphe duymaya devam ediyor. İsrail, uluslararası anlaşmaları hiçe saymasıyla adeta bir “ün” kazanmış durumda. Nitekim Anadolu Ajansı’nın derlediği verilere göre, İsrail yalnızca geçen hafta, Lübnan ile kasım ayında varılan ateşkes anlaşmasını 618 kez ihlal etti.
Ayrıca, Netanyahu’nun Gazze ateşkes anlaşmasının ikinci aşaması için yürütülen müzakereler sonuçsuz kalırsa savaşı yeniden başlatma hakkına sahip olduğunu iddia etmesi, bu şüpheleri daha da derinleştiriyor. Barış arayışında olduğunu iddia eden İsrail, işgal altındaki Batı Şeria’ya daha fazla asker konuşlandırmaya ve insansız hava araçlarıyla saldırılar düzenlemeye başladı. TRT World’ün haberine göre Cenin Vali Yardımcısı Mansur el-Saadi, Cenin mülteci kampının işgalci ordu tarafından geniş çaplı bir işgale uğrayabileceği uyarısında bulundu.
Tarihe bakıldığında, verilen sözlerin tutulması ve yapılan anlaşmalara sadık kalmak, İsrailoğulları’nın bir özelliği değildir. Kutsal Kitap dahi bu duruma işaret eder; Mezmur 78:10-11’de, İsrailoğulları’nın Tanrı ile yaptıkları ahdi bozdukları ve O’nun büyük işlerini unuttukları hatırlatılır. Bakara Suresi’nin 84-85. ayetlerinde Allah, onların “birbirlerinin kanını dökmeme” ve “birbirlerini yurtlarından çıkarmama” sözü verdiklerini belirtir. Ancak bu misak, inkâr edilip tam tersi şekilde hareket edildi. Dolayısıyla, bugün kendilerini o geçmişin mirasçısı olarak görenlere karşı kuşku duymak, tarihsel ve ahlaki bir temele sahiptir.,
Bir diğer kavram ise utanç kavramını aşan bir düzeye işaret eden “kepazeliktir.” Bu özellikle ABD için geçerlidir. Devir değişti; Biden gitti, Trump geldi ama aynı kepazelik baki kalıyor! Trump, “Bizim savaşımız değil” diyerek kendisini çatışmadan uzak göstermeye çalışsa da görev sürecine İsrailli yerleşimcilere yönelik yaptırımları kaldırarak başlamıştır. Peki, yerleşimcilerin hukuksuz faaliyetleri, Aksa Tufanı operasyonunun tetikleyicileri arasında değil miydi?
Trump’ın Evanjelik ekibi, ABD için bir başka rezillik katmanı daha ekliyor. Trump’ın BM Büyükelçisi adayı olarak onaylanması sırasında, Elise Stefanik’e İsrail’in Batı Şeria’nın tamamı üzerinde, Kutsal Kitap temelli bir hakkı olup olmadığı soruldu. Stefanik bu soruya “evet” cevabını verdi. Oysa sözde “Kitap’taki hak”, Nil’den Fırat’a kadar uzanan toprağı kapsıyor. Demek ki İsrail bir gün ordusuyla bu bölgedeki herhangi bir ülkeye girerse, ABD’nin BM’deki tutumunu tahmin etmek hiç de zor olmayacaktır.
Son kavramamız, “sebat” …
Geçtiğimiz dönem bize çok şey hatırlatıyor. Filistin davasında bilinçlendirme çabaları, boykotlar ve siyonist düzenden tamamen kurtulmak için daha kararlı bir şekilde mücadelenin mecburiyeti kesin olarak anlaşıldı. Bu çabalar kesintisiz bir şekilde devam etmelidir. Çünkü İsrail’in zulümlerini destekleyen sisteme karşı hala gidilecek uzun bir yol vardır. Ateşkes, bu mücadelenin sonu değil ve olmamalı. Allah şöyle buyuruyor: “Ey inananlar! Sabredin, sebat edin, korunun ve Allah’tan sakının ki kurtuluşa eresiniz.” (Al-i İmran 3:200)
İsrail ile ticareti duyarlı davranarak askıya alan hükümetler için işgalci devletle ilişkileri yeniden canlandırmak için acele etmeye gerek yok. Middle East Eye’nin haberine göre İsrailli yetkililer, 2024 yılı itibarıyla 60.000 şirketin kapanması da dâhil olmak üzere İsrail’in büyük kayıplar yaşanacağını duyurdu. İşte, İsrail’i korkutan her türlü eylem, barış istemediği sürece devam etmelidir.
Henüz yorum yapılmamış.