İSLAM
Batı Afrika'da Şii Akım
Batı Afrika’daki Şii hareketler mezhepçiliklerinin yanı sıra bazen ülkelerin hükümetlerine karşı da ciddi muhalefet sergilemektedirler. Birçok defa paralel hükümet kurmak ve teröre teşebbüs etmek suçlamalarıyla suçlanmışlardır.
Oumar Tandjigora
Gallup International'ınki başta olmak üzere dünya çapında farklı zamanlarda düzenlenen birçok ankette, Batı Afrikalıların nispeten daha dindar olduğu bildirildi. Ancak bu dindarlığın arkasında yatan ciddi dini muhaliflikler hakkında konuşulmuyor.
Bin yıl öncesinden beri Batı Afrika'da yaşamış imparatorlukların ve krallıkların zamanlarında, gerek devlet olarak gerekse halk dini olarak genellikle animizm veya tasavvuf ile Eş’arî-Maliki mezhebi yönünde bir İslam anlayışı geniş halk kitleleri tarafından benimsenmiştir. Bundan dolayı dinî alandaki tartışmaların Müslümanlar ve animistler arasında yaşandığı görülmektedir. Bunun yanında birtakım sufi tarikatlların kendi aralarında bazı anlaşmazlıklar yaşandığı ve karşılıklı muhalif tutumların ortaya konduğu da gözden kaçmamaktadır. Avrupalı sömürgecilerin Afrika’ya gelmesiyle beraber İslam’a karşıt olarak Hristiyanlık halkın önüne getirildi.Bu aşamadan sonra İslam-Hristiyanlık karşıtlığı ortaya çıktı.
Ayrıca 1960’lı yıllarında sömürge sürecinin sona ermesinin ardından selefi ve Şii mezhepleri bölgede yayılmaya başladı.
Birçok kaynakta Şiî mezhebinin Afrika topraklarına özellikle de Batı Afrika’ya ilk kez Lübnan şiî göçmenleri tarafından getirildiği söylenmektedir. Lübnan, Fransa’dan bağımsızlığını kazandıktan sonra çok ciddi ekonomik sıkıntılar yaşadı. Bu ekonomi sorunları ve 1970’lı yıllarda ortaya çıkan sivil savaş, Lübanlıların hayatın kolay ve ucuz olduğu yerlere göçmesine sebep oldu. Dolayısyla çok sayıda Lübnanlı; Gana, Sierra Leone, Gine ve Liberya başta olmak üzere Batı Afrika ülkelerine göç ettiler. Lübnanlılar, bir yandan bu yeni gittikleri ülkelerin yaşam tarzına ayak uydurmaya çalışıyorken diğer yandan da yerel halka kendi inançlarını benimsetmeye çalışıyorlardı. Fildişi Sahilleri’nde çoğunlukla katolik ve ortodoks olan göçmenler misyonerlik için çaba sarf ederken; diğer ülkelerdeki şiî çoğunluğu ise şiî mezhebinin propagandasını başlattılar. Belki bu tür dini manipülasyonlardan dolayı Lübnan göçmenleri yerel halk tarafından pek sevilmemiştir.
İran kökenli ve Lübnan'ın en büyük Şii çoğunluk partisi olan Emel (umut) Hareketi'nin kurucusu Musa al-Sadr, 1976 ve 1977 yılları arasında insanları Şii mezhebine davet etmek üzere Batı Afrika’ya yola çıktı. Nijerya ve Gana’dan başladığı misyon turunu Fildişi Sahili, Sierra Leone ve Liberya’yı geçerek “Fransız-Sudanı”nda (Mali ve Senegal) noktaladı. Senegal’de Lübnan'daki Yüksek İslami Şii Konseyi’nin bir kolunu kurarak Abdülmün’im ez-Zeyn’i temsilcisi olarak tayin etti.
Musa al-Sadr’ın Batı Afrika seyahati hem Hristiyan hem de Müslüman yerel halkı çok etkilemiştir. 1971-1978 yılları arasında Lübnan’ın Nijerya büyük elçisi ve Musa al-Sadr’a tercümanlık yapan Fawzi Salloukh şöyle ifade etmiştir: “Musa al-Sadr, birçok konferans ve konuşma yaptı. Kiliseleri ve camileri ziyaret etti. Sierra Leone cumhurbaşkanının katılımıyla bir camide Müslümanlara Cuma namazı kıldırdı.”
Bu bağlamda Musa al-Sadr’ın Batı Afrika gezisinin bölgedeki halkın Şii mezhebini kabul etme cesaretini artırdığını söyleyebiliriz.
Lübnanlılar hariç Batı Afrika’da şiiliğin yaygınlaşmasının en önemli ilham kaynağı olan olay İran devrimidir. Bu zamanlarda İran hükümeti, birçok islamî öğrenci gruplarıyla ve gençlik dernek ve topluluklarıyla temasa geçti. Bunların çoğu şiiliği kabul etmese de kabul eden gençler, yurda döndüklerinde göz ardı edilemeyecek kadar ciddi bir şekilde şiiliği yaymaya başladılar. Bunlardan biri de Nijeryalı İbrahim Yakup Zakzaki’dir. İbrahim Zakzaki, o dönemde Nijerya Müsluman Öğrenci Topluluğu’nun (MSSN) Ahmad Bello Üniversitesi şubesinin genel sekreterliğini yapıyordu. İran’dan döndüğünde adeta Afrika’nın en önde gelen Şii Müslüman hareketi olan Nijerya İslami Hareket'ini kurup birincil figürü ve ruhani lideri olmuştur.
1980’lı yıllardan itibaren Batı Afrika ülkelerinin çoğunun İran ile diplomatik ilişkiler kurmasıyla beraber, Mali ve Burkina Faso gibi ülkelerdeki Şii hareketleri seslerini duyurmaya başladı. Şiiliğin gün gittikçe Batı Afrika’da kazandığı bu yaygınlaşmadan sonra, artık açıkça sahabeye yönellik çirkin görülen sözlerin ortaya çıkmaya başladığını söylemek mümkündür.
Elbette Şiiler, mezheplerini halka kabul ettirebilmek ve söz konusu ülkelerde yayabilmek için halkın duygularını sömüren birtakım yöntemler benimsedi. Bir yandan İran İslam Cumhuriyeti'nin kuruluşundan gelen sloganları yükseltirken; Aksa Camii'ni Yahudilerin elinden kurtarmak, Allah'ın düşmanlarıyla savaşmak, adaletsizliği ortadan kaldırmak ve Ehli Beyt'in masumiyeti ve kutsiyetini savunmak gibi konular üzerinde de durarak halkın sempatisini kazanmaya çalıştılar. Şiilerin gösterdiği bu sloganlar ve koydukları hedef, dünyanın farklı yerlerinde çok sayıda Müslüman ve İslâmî hareketlerin gönlünü alabildiği gibi batı Afrika’nın bazı Müslümanlarının gönüllerini de alabildi. Zira Afrikalı Müslümanların çoğu Hz. Peygamber’e ilişkin her şeye sıcak bakar ve bunu gönülden kabul ederler. Bu kabul duygusunun oluşmasında Medineli olan İmam Mâlikî’nin mezhebinin Afrika’da genel kabul görmesini ve son zamanlarda halkın çoğu tarafından Mekke ve Medine’de eğitim gören Selefi âlimlere olumlu ve sıcak bakılmasının etkili olduğunu söyleyebiliriz.
İşte Şii hareketler, Afrikalı Müslümanların Hz. Peygamber’e karşı söz konusu duyguları üzerinde oynamaktadır. Bu şii hareketler genellikle tasavvufçulara yaklaşırlar; üniversiteler, vakıflar ve camiler inşa ederek fikirlerini aktarmaya çalışırlar. Buna ilaveten bazı şiilerin bazı imâmları ve mensupları hükümetle iyi ilişkiler kurmaya çok önem vermektedirler. Mesela Mali halkı, eski cumhurbaşkanı İbrahim Boubacar Keita’nin yönetimine karşı protestolar yaparken şii hareketlerin mensupları rejimin saffında durup cumhurbaşkanına daha da yaklaşmaya çalıştı.
Şii hareketlerin Batı Afrika İslam düşüncesine birçok zararının olacağında kuşku yoktur. Örneğin sahabenin birçoğuna güvenmemek, İslam hakkında nakledilen birçok bilgileri reddetmek gibi anlayışlar bu zararların en başında gelmektedir. Dolaysıyla İslam hakkında şüphe yaratmak söz konusudur. Ayrıca bölgedeki geleneksel inanış sahabenin dürüstlüğünü kabul eden ve onlara saygı gösteren Mâlikî mezhebinin kabullerine dayanmaktadır. Bu inanç ve yaşam tarzının üzerine yeni bir mezhep getirmek nefret ve kaos yaratmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Dikkate değer bir diğer durum da şudur ki, Batı Afrika’daki Şii hareketler mezhepçiliklerinin yanı sıra bazen ülkelerin hükümetlerine karşı da ciddi muhalefet sergilemektedirler. Birçok defa paralel hükümet kurmak ve teröre teşebbüs etmek suçlamalarıyla suçlanmışlardır. Sözgelimi Nijerya Şii hareketinin 2015 aralık ayında devlet ordusuyla girdiği çatışma sonucunda yüzlerce kişi öldürülmüştür. Lideri İbrahim Zakzaki de şu ana kadar gözaltında tutulmaktadır.
Fikir ve güvenlik sorunlarının dışında şii hareketlerinin artmasıyla ilgili başka endişe ise ahlak sorunudur. Bilindiği üzere Mut’a nikâhı (anlaşmalı geçici nikah) Şia İmâmlar tarafından meşru olarak kabul edilir. Bu uygulamanın birçok yerde cinsel istismar amacıyla kullanıldığı aşikardır. Böyle bir uygulamanın Batı Afrika’da olup olmadığını söylemek zor olsa da ekonomik sıkıntılar yüzünden evlenemeyen bazı gençlerin mutayı bir alternatif olarak görmeye başlayabileceğini söylemek mümkündür.
Bütün bunların ışığında belirtilmesi gerekiyor ki, selef alimlerinin öğretilerine göre bir Müslüman toplum üzerinde bulunduğu coğrafyada ortaya çıkan her ihtilaflı görüşü zorlayarak değiştirmek zorunda değildir. Sözgelimi İmam Malik, halifenin Muvatta’yı hilafetinin her köşesinde dağıtıp resmileştirme teklifini reddetti. Çünkü insanlar sahabelerden öğrendikleri farklı uygulamaları esas alıyorlardı. Durum böyle iken Ehli Sünnetlikten Şiiliğe değişiminin daha zararlı olacağını söyleyebiliriz.
Son olarak insanları bir mezhebe, harekete veya cemaate değil, Kur’an ve sahih sünnet ışığında, İslam gölgesi altında beraber yaşamaya davet etmek gerekir.
Henüz yorum yapılmamış.