Sosyal Medya

SOSYAL-KÜLTÜR

Şehirleşme Ve Bireysellik

Gençliğimizi kurtarmak ve olumlu anlamda yönlendirmek için yeniden bir toplum inşasına gerek vardır. Yeniden bir mimari yapının ve şehir yapılanmasının ortaya konması zorunludur.

Ebu Masum MÜCAHİT
 
Dünya nüfusunun bugün yüzde 54'ü şehirlerde yaşamaktadır. Şehirlere göç bu şekilde devam ederse 2050 yılı geldiğinde dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 66'sı şehirlerde yaşamaya başlayacaktır.  Şehir, nüfusu on binden fazla olan yerleşim yerlerine denir. Şehirler hizmet ve sanayi sektörünün gelişmiş olduğu yerlerdir.  Şehir nüfusu sanayi bölgelerinde artış gösterir.  Batı dünyasında sanayii devrimiyle birlikte köyden kente yoğun bir göç başlamıştır. Bu durum İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sanayileşmemiş toplumlarda da artış göstermiştir.

Sanayileşme tekelleşmenin etkisinde olduğu için şehirli nüfusu yönlendiren güçler de bu tekelleşmenin etkisindedir. Bugün ekonomik seviyesi ve  gayrı safi milli hasılası yüksek olan ülkelerde şehirli nüfusun fazla olması anlaşılabilir bir durumdur.  Fakat gayrı safi milli hasılası düşük , dış ve iç borcu yüksek, teknolojik bakımdan gelişmemiş ülkelerde şehirli nüfusun fazla olması pek anlaşılır gibi değil. Çünkü işin olmadığı şehirlere insanların göç etmesi oradaki suç oranlarını artırıyor. Bu tarz bir şehirleşme birçok sorunu da beraberinde getiriyor. Şehirlere göç eden ebeveynler sürekli çalıştığı için gençlerle ilgilenemiyor ve aile kurumu yavaş yavaş dağılıyor.

İnsan sevinciyle üzüntüsüyle insandır. Sevincini ve üzüntüsünü dostları ile paylaştığı kadar huzur bulur dünyada. Onun için herhangi bir şeye sevindiğimizde onu ifade eder ve etrafımızdaki insanlardan olumlu tepkiler bekleriz. Köy nüfusu on bine kadar olan yerleşim yerlerine verilen isimdir. Köydeki ana geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktır. Geçim kaynağının dışında insanların sevinçlerinin ve üzüntülerini birbirleriyle paylaştıklarını, ailevi ilişkilerinin daha yüksek olduğunu ve büyük aile yapısını görmekteyiz. Kültürel aktarım en başta çocuk terbiyesinde başlar. Sevinçlerin ve üzüntülerin paylaşılmasında da böyledir. Bir çocuğu köy hayatında anne, baba eğitmezse dede, nine eğitir. Dede, nine eğitemezse dayısı halası, teyzesi eğitir. Köy hayatında birey etraftan canına, malına, aklına, fikrine,  yaşantısına karşı gelecek olumsuz etkilere kapalıdır.  Ona gelecek bir saldırı önce büyük aile yapısına ulaşır. İnsanlar sıkıntıları, problemleri birbirleriyle sürekli paylaşırlar. Paylaştıkça kardeşlikleri ve sevinçleri artar. Dışarıdan gelen olumsuz etkilerden fazla etkilenmez. Şehir hayatında ise İnsan bireyseldir. Geçim tarzları ve yaşam koşulları insanı bireyselliğe doğru iter.  Bu durumda insan sorunu yalnız başına çözmeye çalışır. Çözemeyince akıntıya kapılıp kaybolur.  Böylece kuşak çatışması hızlanır.

Aslında algımızı yöneten kapitalist, sömürgeci batı zihniyeti; şehir hayatının içerisinde olan insanın daha modern, daha özgür, daha müreffeh olacağı algısını verir. Moderniteye alışan bireyler ulaştıkları modernliğin kendilerini esir aldığını fark edemez. 1970’li yıllarda Batının kendisine ambargo uygulayacağı söylendiği vakit Kral Fahd’a ; ‘’Atalarımız asırlarca deve eti ve deve sütü ile beslendi, biz de besleniriz .‘’ demiştir. Kral, moderniteyi ve refahı; onuru, izzeti ve ülkesi için terk edeceğini söylemiştir. Alışkanlıklarımız bizi köleleştirir.  Bu durum ilerleyen zamanlarda alışkanlıklarına esir olan insanların çocuklarını, ailelerini, ülkelerini dahi düşünmelerine engel olur. Günümüzde şehir hayatına alışan insanlar, bireyselliğin esiri olmuştur ve insanlıkla ilgili sorunlara duyarsız bireyler haline gelmiştir.

Şehir hayatı da büyük aile yapıları ile yaşanabilecek bir tarzda planlanabilir. Fakat bunun için öncelikle bir mimari planı oluşturmak gerekir. Tarihte nüfusu bir milyona kadar ulaşan Bağdat şehrinde büyük aile yapıları vardı ve aile hayatı içe dönüktü. Hayat, anneyle, babayla, nineyle, dedeyle, halayla, amca ile beraber yaşanırdı. Günümüzdeki anlayış ve yanlış yapılaşma şehirlerdeki insanları bireyselleştirdi. Bireyselleşen insan zannetti ki özgürleştim. Fakat bu bilinci aşılayan modernist sömürgeciler insanı yalnızlaştırdılar. Yalnızlaşan insan tüketim kölesi oldu ve her türlü saldırıya daha açık hale geldi. Kalabalıklar arasında yalnız yaşayan insan kendi özünden uzaklaştı ve kendisine yabancılaştı. Bu durum insanı daha kolay yönetilebilir bir obje durumuna indirgedi.

Bugün şehirlerde yaşayan insanlar üzerinde yoğun bir algı yönetimi işlemektedir. Bireyselleşmeye bağlı olarak insanların algıları yönetilmekte ve zihinler zehirli anlayışların saldırısıyla işgal edilmektedir.  Özellikle gençler çevreden gelen olumsuz etkilere açık hale gelmiştir. Sokakta, internet kafede, sosyal medyada ve diğer iletişim ortamlarında dolaşan insanlar kötü niyetli odaklar tarafından yönlendirilmektedir. Bu iletişim ortamlarından pompalanan hayat tarzları ve ideolojiler gençlere örnek olarak sunulmakta, gençler giyim tarzlarından yeme içme alışkanlıklarına varıncaya kadar bu kirli odakların kirli hedeflerine açık hale gelmektedirler. Hatta gençlerin bu odakların isteği ile gösteriler düzenlediklerini dahi görmekteyiz.

 Osmanlı Devleti’ni özgürlük, hürriyet diye bağıranlar yıktı.  Osmanlıda özgürlük çığlıklarıyla sokağa dökülenlerin devletin batışını nasıl hızlandırdıklarını biliyoruz. Aynı durum bugün Arap baharında özgürlük diye bağıranların ortaya çıkardıkları manzaradan da görülüyor. Bugün farklı toplumlarda farklı şekillerde bu tarz girişimlerin yaşandığını görmekteyiz .

Geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde sanayi nüfusunun az olmasına bağlı olarak şehirlerde yaşayan insanların da az olması gerekmektedir. Fakat köyde yaşayan insanların bilinçaltına şehirde yaşayanların daha özgür ve daha müreffeh içinde bir hayat yaşadıkları düşüncesinin empoze edilmesi geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde köyden kente göçü yoğunlaştırmaktadır. Kentte yaşayan insanların sayısının artması ile de insanlar daha kolay kontrol altına alınabilmektedir.

Gençliğimizi kurtarmak ve olumlu anlamda yönlendirmek için yeniden bir toplum inşasına gerek vardır. Yeniden bir mimari yapının ve şehir yapılanmasının ortaya konması zorunludur. Toplum olarak zihinlerimizi resetlemeliyiz ki Samiri’nin yaptığı buzağıya tapmayalım.  İslam toplumlarında şehirleşme illaki olacaktır. Fakat bu şehirleşme kendi değerlerimiz ekseninde olmak zorundadır. Şehirlerin de bir dili vardır. Yeniden inşa edeceğimiz şehirlerimiz kendi dilimizle konuştuğunda yapılanlar anlamlı olacaktır.

Günümüzde İslam toplumlarının üniversitelerinde şehir planlaması kapitalist sistemin mimari yapısını mı yansıtıyor yoksa kendi kültürümüze, geleneklerimize ve inançlarımıza göre mi dizayn edilmiş? Mimarlarımız, mühendislerimiz ne yapıyor? Bizim belediye başkanlarımız nasıl bir şehir mimarisi planlıyor? Hepsinin sorgulanması ve yeniden kendi değerlerimize göre inşa edilmiş bir toplum ve bir şehir yapısının ortaya çıkarılması gerekir.  Halkı Müslüman olan birçok ülkede kentsel dönüşüm projeleri uygulanmaktadır. Fakat bu projeler ile tarihi dokularımız,  tarihi bağlarımız yok edilmektedir. Şehirlerimizin dili değiştirilmiş, kültürümüz yozlaştırılmış, mimari anlayışımız yok edilmiş durumdadır. Bu durumda bize ait ne kalmış bunların hepsini sorgulamak gerekir.

Unutmayalım ki beyin düzelmezse beden de düzelmeyecektir. Beden rahatsız olduğunda ise evimiz, sokağımız, ülkemiz, dünyamız düzelmez. Fakat umutsuz olmaya gerek yok. İnanıyoruz ki Allah yeniden başlayanların yardımcısıdır. Yeter ki halis niyetle gayret edelim. O zaman gelin bu dünyayı kendimizden başlayarak değiştirelim.

1 Yorum

  1. Fevzi

    Şubat 10, 2021 Çarşamba 11:23

    Güncel konuları, Müslümanca bir bakışla değerlendiren yazılarınızdan istifade ediyoruz. Daim olsun, Allah kolaylık versin.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.