2011 yılında başlayan Suriye Devrimi ile birlikte, ülkedeki savaş yalnızca rejim ile muhalefet arasında yaşanan bir iç çatışma olmaktan çıkarak, bölgesel ve uluslararası aktörlerin karşı karşıya geldiği çok boyutlu bir mücadele sahasına dönüşmüştür. Bu süreçte çıkarlar kesişmiş, ajandalar iç içe geçmiş ve çatışmanın karmaşıklığı daha da derinleşmiştir. Dış güçler, Suriye sahnesindeki krizi derinleştiren temel etkenlerden biri haline gelmiştir. Bu durum yalnızca doğrudan askerî veya siyasî müdahalelerle sınırlı kalmamış; aynı zamanda mezhepsel, etnik ve ideolojik ayrımları körükleyen stratejiler aracılığıyla toplumun dokusunu parçalamıştır.
Aslında toplumsal çeşitlilik, Suriye’nin ulusal zenginliğinin bir kaynağı olabilecek potansiyele sahipken, dış müdahaleler sonucunda bu çeşitlilik bir çatışma alanına dönüşmüştür. Uluslararası hukuk, medya ve ideolojik araçlar; mezhepçiliği ve ayrılıkçılığı körüklemek, istikrarsızlığı sürdürmek ve Suriye’yi zayıf tutmak amacıyla birer enstrüman olarak kullanılmıştır.
Bu makale, söz konusu dış müdahalelerin iç bölünmeleri nasıl derinleştirdiğini analiz etmeyi ve özellikle Arap Doğal Gaz Projesi gibi enerji temelli girişimlerin hem güç mücadelesi aracı hem de istikrar için potansiyel bir fırsat olarak nasıl değerlendirilebileceğini ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Dış Güçlerin Ayrışmayı Derinleştirmedeki Rolü
Suriye’deki mezhepsel ve etnik çeşitlilik, bazı dış aktörler tarafından zayıflatıcı bir unsur olarak değerlendirilmiş ve çeşitli gruplar mezhep veya etnik kimlik temelinde desteklenmiştir. Bu durum, toplumsal ve siyasal kutuplaşmayı daha da körüklemiş; uluslararası hukuk da azınlıkların korunması ya da terörle mücadele gibi gerekçelerle meşrulaştırılan müdahalelere zemin hazırlayan bir kılıf olarak kullanılmıştır.
Bunun yanında, dış destekle kurulan ya da güçlendirilen radikal örgütler, toplum içerisinde dinî birliğin oluşmasını engellemiş, “ılımlı” İslam anlayışlarının bastırılmasına gerekçe sunmuştur. Bu da doğrudan dış müdahalelerin bir sonucu olarak, savaşın on yılı aşkın bir süredir devam etmesine neden olan başlıca faktörlerden biri olmuştur.
- Medya: Mezhepsel ve Fikrî Ayrılıkların Derinleştirilmesi
Medya, manipülasyon ve yönlendirme açısından güçlü bir araç olarak işlev görmüştür. Birçok araştırma, medyanın toplumsal bilinç üzerindeki etkisini ve korku ile nefret söylemlerini nasıl yaygınlaştırdığını ortaya koymaktadır. Gustave Le Bon’un Kitlelerin Psikolojisi adlı eserinde belirttiği gibi: “Kitleler, gerçeklerle değil; imgeler ve duygularla yönlendirilir.”
Bu ilke, Suriye bağlamında etkin biçimde kullanılmış; yabancı medya bazı grupları uluslararası korumaya muhtaç kurbanlar, diğerlerini ise varoluşsal tehditler olarak sunmuştur. Bu durum, uluslararası müdahaleler için gerekçe oluşturmuş ve aynı zamanda mezhepçi kutuplaşmaları derinleştirerek ulusal uzlaşı çabalarını sekteye uğratmıştır.
- Mezhepsel ve Fikrî Eğilimler: Kaos ve Sosyal Çözülmenin Derinleşmesinde Bir Araç
Mezhepsel anlaşmazlıkların kışkırtılmasının yanı sıra, dış güçler Suriye’yi zayıflatmak ve istikrarlı bir siyasi yapının oluşmasını engellemek amacıyla, dinî ya da etnik aşırılıklara dayanan ideolojileri benimseyen grupları desteklemiştir. Bu destek, ilgili gruplara askerî ve mali yardım sağlamak veya onlara siyasî ve medya desteği sunmak şeklinde gerçekleşmiştir.
Örneğin, belirli bir süre desteklenip ardından tasfiye edilen dış kaynaklı ideolojilere sahip yapılar, yeniden canlandırılarak DEAŞ gibi oluşumların ortaya çıkmasına zemin hazırlanmıştır. Ayrıca, hükümete yönelik baskılarla, devletin kilit noktalarını ele geçirdikten sonra bu yapıları bölgesel çıkarlar doğrultusunda kullanacak ayrılıkçı düşüncelere sahip bakanların atanması teşvik edilmiştir.
- Uluslararası Hukuk: Hegemonyanın Gerekçesi
Uluslararası hukukun, halkların haklarını korumak ve sivilleri güvence altına almak gibi adil bir referans çerçevesi sunduğu varsayılsa da, Suriye’deki gerçeklik bu idealin uygulanmasında çarpıcı çelişkileri gün yüzüne çıkarmıştır. “Sivilleri koruma” ve “terörle mücadele” gibi kavramlar, özünde büyük güçlerin siyasî ajandalarını destekleyen dış müdahaleleri meşrulaştıran yasal çerçeveler olarak kullanılmış; egemenlik ilkesi ve yerel hassasiyetler ise göz ardı edilmiştir.
Suriye’ye uygulanan ekonomik yaptırımlar, bu araçsal yaklaşımın en belirgin örneklerinden biridir. Bu yaptırımlar görünüşte devrik rejimi hedef almış olsa da, rejimin çöküşüne rağmen hâlâ yürürlükte kalmaları, Suriye halkı ve yeni kurulan devlet kurumları üzerinde büyük bir yük oluşturmuştur. Çatışma sonrası dönemde bile bu yaptırımların sürdürülmesi, uluslararası toplumun gerçek niyetleri hakkında ciddi soru işaretleri doğurmaktadır. Bu durum, uluslararası hukukun araçsallaştırılarak adaletin değil, baskı ve hegemonik çıkarların hizmetine sunulabileceğini açıkça ortaya koymaktadır.
Bazı Dış Güçler Neden Suriye’de İstikrarı Kabul Etmiyor?
Çeşitli analizler, bazı dış güçlerin Suriye’de kolay kolay istikrarı kabullenmeyeceğini göstermektedir. Zira bu durum, dış müdahalelere direnebilecek güçlü bir devletin inşası anlamına gelmektedir. Olası bir istikrar ortamı; doğal kaynakların kontrolünü ele geçirme, bölgesel nüfuzu pekiştirme ve bölgede başarılı bir demokratik modelin doğmasını engelleme çabalarıyla çelişmektedir. Böyle bir modelin başarısı, komşu halkları devrim fikrine teşvik edebilir. Bu nedenle mezhep çatışmalarının körüklenmesi ve ideolojik ayrışmaların derinleştirilmesi, Suriye’nin zayıf ve bölünmüş kalmasını sağlamaya yönelik etkili stratejiler olarak kullanılmaktadır.
İsrail özelinde ise, Suriye, Lübnan ve Irak’ta istikrarın sağlanması, İsrail’in askerî ve ekonomik üstünlüğünü garanti altına alan “niteliksel üstünlük” dengesini bozabilir. Özellikle Suriye’nin Golan Tepeleri’ne komşu stratejik konumu, İsrail açısından doğrudan bir tehdit oluşturmaktadır ve bu bölgenin yeniden uluslararası gündeme gelme ihtimali İsrail’i rahatsız etmektedir. Bu nedenle İsrail, Suriye’nin Dera ve diğer askerî bölgelerine düzenli saldırılar gerçekleştirmekte; Suriye’nin geçmişte olduğu gibi sessiz kalacağını varsaymaktadır. Ancak İsrail, Dera’nın merkezi otoriteye karşı tarihsel direncini göz ardı etmektedir ki bu direnç, önceki rejim döneminde dahi tam anlamıyla bastırılamamıştır.
Ayrıca, bölgedeki genel istikrar ortamı Filistin meselesine yeniden dikkat çekebilir ve bu davaya daha fazla siyasî ve ekonomik destek sağlanmasına zemin hazırlayabilir. Bu ise İsrail’in çıkarlarıyla örtüşmemektedir. Dolayısıyla, bölgenin kaos içinde kalması; İsrail ve onun müttefiklerinin çıkarlarına hizmet etmekte, bölgedeki statükoyu sürdürmek ve kendi stratejik kazanımlarını korumak amacıyla çeşitli araçlarla istikrarsızlığı teşvik etmektedir.
Yeni Arap Doğalgaz Projesi: Çatışma Unsurundan İstikrar Unsuruna
Suriye topraklarında yaşanan uluslararası çatışmanın en çarpıcı yönlerinden biri, enerji projelerinin – özellikle doğalgazın – bölgesel ve uluslararası ittifakların yeniden şekillendirilmesinde oynadığı gizli fakat son derece etkili roldür. “Katar-Türkiye Doğalgaz Boru Hattı” olarak bilinen proje, jeopolitik ile stratejik ekonomi arasındaki bu karmaşık ilişkiyi en iyi yansıtan örneklerden biridir.
Projenin kökeni 2009 yılına uzanmaktadır. Bu tarihte Katar, dünyanın en büyük doğalgaz rezervlerinden biri olan “Kuzey Sahası”ndan başlayarak Suudi Arabistan, Ürdün ve Suriye üzerinden Türkiye’ye uzanacak bir boru hattı inşa etmeyi teklif etmiştir. Amaç, Avrupa’ya doğalgaz tedariki sağlayarak bu kıtanın Rus gazına olan bağımlılığını azaltmaktı. Ancak dönemin Suriye rejimi bu teklifi reddetmiş ve bunun yerine İran ile “İslami Gaz Hattı” adı verilen alternatif bir projeye yönelmiştir. Bu tutum, birçok analist tarafından Tahran ve Moskova’nın çıkarlarına boyun eğme olarak yorumlanmıştır. Zira Rusya, söz konusu Katar projesini Avrupa doğalgaz pazarındaki stratejik hâkimiyetine doğrudan bir tehdit olarak görmektedir. Özellikle Ukrayna krizindeki pozisyonunu güçlendirmek amacıyla enerji kartını etkili bir araç olarak kullandığı bilinmektedir.
Bu bağlamda Suriye yalnızca teknik bir geçiş noktası değil; aynı zamanda herhangi bir bölgesel enerji projesi için vazgeçilmez bir jeopolitik düğüm noktasıdır. Boru hattının geçişi için Suriye topraklarında istikrarlı bir egemenlik ve yatırımların güvenliği gereklidir. Ancak yıllar süren savaş nedeniyle bu koşullar sağlanamamış ve proje diplomatik dosyaların tozlu raflarında beklemeye alınmıştır.
Fakat son dönemde yaşanan siyasî dönüşümler ve eski rejimin düşmesiyle birlikte bu proje yeniden gündeme gelmiştir. Ukrayna savaşı sonrasında ciddi bir enerji krizi yaşayan bazı Avrupa ülkeleri, artık güvenilir ve sürdürülebilir alternatifler aramaktadır. Eğer Suriye’de kurumsal yapı yeniden istikrar kazanırsa, bu ülke söz konusu hattın geçişinde önemli ve stratejik bir güzergâh haline gelebilir.
Bu noktada proje, bölgesel istikrarı teşvik eden bir kaldıraç olarak değerlendirilmektedir. Zira hattın inşası, her şeyden önce güvenli ve istikrarlı bir siyasî ortam gerektirir. Bu da Batılı – özellikle Avrupalı – güçlerin, yeniden yapılanma sürecine destek verme ve yeni Suriye yönetimine daha açık bir yaklaşım sergileme ihtimalini güçlendirebilir. Elbette bu destek, söz konusu yönetimin projeleri şeffaf ve etkin bir şekilde yürütmesini şart koşmaktadır.
Bir başka deyişle, Arap Doğalgaz Boru Hattı Projesi, geçmişte bir çatışma unsuru iken; bugün bağımsız bir ulusal vizyona ve kapsamlı bir devlet inşası politikasına entegre edilmesi hâlinde, yalnızca Suriye’de değil, tüm bölgede istikrarı sağlayabilecek stratejik bir unsur hâline dönüşebilir.
Sonuç: Suriye’nin Geleceği Kırılma Noktasında
Geçtiğimiz on yılın tecrübesi, eski rejimin propagandasını yaptığı birlik söyleminin, gerçekte derin mezhepsel, etnik ve coğrafi bölünmeleri gizleyen zayıf bir örtü olduğunu ortaya koymuştur. Dış müdahaleler, güç savaşları ve enerji rekabeti bu bölünmeleri daha da derinleştirmiştir. Bugün Suriye, tarihî bir kavşakta durmaktadır: Ya kapsayıcı bir ulusal proje inşa edilecek ya da parçalanma ve dışa bağımlılık döngüsü sürecektir.
Enerji alanındaki önceliklerin değişmesiyle birlikte, daha önce krizin bir parçası olan uluslararası aktörler artık çözümün parçası hâline gelebilir. Ancak bu, yalnızca güvenliği sağlayacak, şeffaf kurumlar inşa edecek ve doğalgazdan yeniden imara uzanan bir ekonomik vizyon sunabilecek basiretli bir iç liderlik sayesinde mümkündür.
Bununla birlikte, asıl sorumluluk dış aktörlerde değil, doğrudan Suriye halkının içindeki bilinçli nesillerde yatmaktadır. Adil ve istikrarlı bir devletin kurulması, içeriden başlayan bilinçli bir yeniden yapılanmayla mümkün olacaktır.
0 Yorum