Hac, İslam’ın beş temel şartından biridir ve imkânı olan her Müslümanın ömründe bir kez Mekke’ye gidip bu farizayı yerine getirmesi farzdır. Her yıl, Müslümanlardan bir kısmı hac farizasını yerine getirmek üzere Allah’ın evi olan Kâbe’ye doğru yola çıkar. Ne var ki milyarlarcası maddi veya fizikî engeller sebebiyle geride kalır. Ancak bu durum, onların haccın maneviyatından bütünüyle uzak kalacağı anlamına gelmez. Elbette farz olan hac ancak Mekke’de, belirli şartlar altında ve belirlenen vakitte yapılır. Lakin bir de bu ibadetin ruhunu hayatın her anına taşıma gayreti vardır ki bu, Allah’a yaklaşmanın yollarından biridir.
Dolayısıyla sorulabilir: haccın manevi yönü sadece Mekke’ye gidebilenlere mi mahsustur? Yoksa hac, mekânla sınırlı olmayan daha derin bir manaya mı sahiptir? Bu satırlar, Müslümanın kendi şehrinde kalarak nasıl hac ruhunu yaşayabileceğini, bir “seyahatsiz hac”ın nasıl mümkün olabileceğini anlatıyor.
Hacı, ihrama girerek dünyevî kıyafetlerini çıkarır, tevazu ve teslimiyetin sembolü olan sade bir giysiye bürünür. Aynı şekilde, hacca gidemeyen Müslüman da kalbini dünya bağlılıklarından arındırarak manevi bir ihrama bürünebilir.
Hacı, “Lebbeyk Allahümme Lebbeyk” diyerek Rabbinin davetine icabet eder. İşte geride kalan Müslümanlar da samimi niyeti, ibadetleri ve salih amelleriyle bu çağrıya içten bir cevap verebilirler. Yani namazla, oruçla, infakla, güzel ahlakla Rabbinin davetine icabet eder.
Hacda tavaf, Allah sevgisinin merkezde olduğu bir hayatın sembolüdür. Kalbinde Allah sevgisini merkeze koyan her mümin, yaşarken tavafın sırrına erebilir. Kâbe etrafında dönen beden gibi, Müslüman da hayatını Allah’ın rızası etrafında döndürerek kalbiyle tavaf edebilir.
Safa ile Merve arasında yapılan sa’y, Hz. Hacer’in tevekkülünü hatırlatır. Hacca gidemeyen Müslüman da kendi hayatında dua ve çaba arasında bir yürüyüşe çıkarak bu tevekkülü yaşayabilir. Bir yandan da bunu, bir annenin çocuğu için gösterdiği gayreti görebiliriz. Bu ruhu anlayan mümin, çocuğu yetiştirmek için mücadele vermeyi bilmeli.
Arafat’ta vakfe, ilahi huzurda mahşerin küçük bir provasıdır. Aynı şekilde Müslüman da Arefe gününü nefsini muhasebe ederek ve içten bir tövbe ile geçirerek manevi bir Arafat yaşayabilir.
Hacda kurban, Allah’a yaklaşmanın bir nişanesidir. Hacca gitmeyen de bencil duygularını, kötü alışkanlıklarını ve malını Allah yolunda feda ederek bu yakınlığı yaşayabilir.
Şeytan taşlama, kötülüğe ve nefsin arzularına karşı bir isyandır. Hacca gidemeyen Müslüman da her gün içindeki kötü yönelişlere karşı bir mücadele vererek kendi şeytanlarını taşlayabilir.
Elbette farz olan hac asla evde yapılamaz. Ancak o haccın taşıdığı yüksek ahlâk ve teslimiyet, her yerde yaşanabilir. Hac, sadece bedensel bir yolculuk değil; esasen ruhsal bir yükseliştir. Mekke yolları herkese açılmasa da kalp yolları herkese açıktır. Hac ibadetinin derin manalarını idrak eden bir Müslüman, yerinden kıpırdamasa bile Allah’a doğru yol alabilir. İşte bu, “Seyahatsiz Hac” demektir.
0 Yorum