Gazze’de devam etmekte olan soykırımın trajedisini tasvir eden bir fotoğraf, üst üste ikinci kez Yılın Dünya Basın Fotoğrafı (World Press Photo) ödülünü kazandı.
2025 Yılın Dünya Basın Fotoğrafı
Bu yılki karede, geçen yıl bir İsrail bombardımanında kollarını kaybeden dokuz yaşındaki Mahmoud Ajjour yer alıyor. Ailesiyle birlikte kaçarken, arkada kalanlara cesaret vermek için geri dönen küçük Mahmoud, bir patlamanın ortasında kaldı. Bir kolu kopmuş, diğeri de ağır yaralanmıştı. Sonunda her iki kolu da omuz hizasından kesildi.
Şimdi Katar’da, kolsuz bedeniyle yaşam mücadelesi veriyor. Güneşin yakıcı altında, beyaz atleti sırtına yapışmış; iskeleti adeta dışa vuruyor. Objektif klikledi. Bir başka Filistinli çocuğun acısı daha, dünya sahnesinde sergilenmeye başladı. Her şey bir tıkla izlenebilir hale geldi — ama ya vicdan?
Gazze’de yaşanan felaketi anlayabilmek için dünyanın bir başka “Yılın Fotoğrafı”na ihtiyacı yok. Çünkü zaten sayısız kare, sayısız video var ortada. Yaklaşık 200’ü savaşta öldürülen cesur Filistinli gazeteciler, 7 Ekim’den bu yana geçen günler, haftalar ve aylar boyunca binlerce fotoğraf ve video paylaşarak bir halkın yıkımını ve bir şehrin yok oluşunu belgeledi. İşgalci askerler evleri bombalama ve sivilleri vurma maceralarının fotoğraf ve videolarıyla dünyayı şenlendirdi. Artık bir kare daha eklemenin değil, bu görüntülerin anlamını kavramanın zamanı.
Bir başka Filistinli çocuğun ödüllü fotoğrafı, ancak dünyanın bu gösterinin ötesine geçerek savaşın gerçekten bitmesi için harekete geçmesi gerektiğini de haykırıyor. Buna ihtiyacımız var. Savaş başladığından bu yana, yerleşim bölgesinden gelen fotoğraf ve videolar, ilgisiz bir izleyici kitlesi tarafından ahlaki ya da duygusal tüketim için bir performansa dönüştü, ancak gerçek Filistinliler için çok daha az performatif.
2024 Yılın Dünya Basın Fotoğrafı
2024’ün kazanan fotoğrafı da unutulacak gibi değildi. Kucağında yeğeninin cansız bedeniyle duran Filistinli kadının acısıydı. O çocuk sadece beş yaşındaydı. Bugün hâlâ çocuklar öldürülüyor. İsrail, o günden bugüne daha fazla çocuğu –başkalarının oğullarını, kızlarını, yeğenlerini– hedef aldı.
Birleşmiş Milletler İnsani İşler Koordinasyon Ofisi’nin (OCHA) verilerine göre, 7 Ekim’den bu yana 17 binden fazla çocuk öldürüldü. Bu çocukların 2.000’den fazlası, ikinci yaş günlerine bile ulaşamayacak kadar küçüktü.
Kimi çocukların cesetlerine hiç ulaşılamadı. Enkazın altında kaldılar, kimse isimlerini bile öğrenemedi. Kimi ise beden olmaktan çıktı; paramparça edilmiş halleriyle sadece birer rakam oldular. İstatistiklere sıkışmış hayatlar, bir başka haber başlığına dönüşen ölümler… Fotoğraflar her şeyi gösteriyor olabilir. Ama hâlâ hiçbir şey değişmiyor.
Bu karanlık karelere bakıp, bir kıvılcım beklemek mümkün: Belki bu görüntüler, artık anlamlı bir müdahaleye ilham olur. Belki dünya, bu acıya gerçekten kulak verir. En azından umut edilebilir, denir. Ama gerçek başka. 17 binden fazla çocuğun ölümüne rağmen dünya hâlâ “her iki tarafa” itidal çağrısı yapıyor. Hâlâ saldırgan ile kurban aynı cümleye sığdırılıyor.
Ateşkesin hemen ardından, UNICEF’in raporuna göre sadece 10 gün içinde, 300’den fazla çocuk daha öldürüldü. Ateşkes, savaşın bitmesi içindi. Ama yeni bir başlangıç olmadı. Sadece bir nefeslik arayla gelen yeni bir kabus oldu.
Bu yaşananlar bana, Kevin Carter’ın meşhur fotoğrafını hatırlatıyor: “Akbaba ve Küçük Kız.” 1993’te Sudan’da çekilmişti. Açlıktan yere yığılan bir çocuk olan Kong Niong’un birkaç adım gerisinde bir akbaba bekliyordu. The New York Times, Sudanlı bir çocuk olan Kong Niong’un fotoğrafını şu başlıkla yayınlamıştı: “Açlıktan zayıf düşmüş küçük bir kız, geçenlerde Ayod’daki bir beslenme merkezine giden yol boyunca yere yığıldı. Yakınlarda bir akbaba bekliyordu.”
Fotoğraf, ertesi yıl Pulitzer ödüllünü kazandı. Ama asıl başarısı, İkinci Sudan İç Savaşı ve sivillere dayattığı kıtlık hakkında büyük bir farkındalık yarattı.
Kevin Carter’ın meşhur karesi, yalnızca bir trajedinin yanı sıra bir ahlaki sınavı da gözler önüne sermişti. Fotoğrafla gelen şöhretin yanında, ağır bir suçlama da geldi: Bir çocuğun acısını estetik bir kareye indirgemek. Röportajlarından birinde, kendisine çocukla ne olduğu sorulduğunda, “Öğrenmek için beklemedim” demişti. “Yetişmem gereken bir uçağım vardı.” Bir dinleyici şöyle dedi: “O gün iki akbaba vardı. Biri gerçekti, diğeri kamerayı taşıyandı.”
Bugün Gazze’de, o çocuğun yerini binlerce çocuk aldı. Ve onları takip eden akbabalar artık yalnızca objektif taşıyanlar değil. Devlet destekli ordular, medya kartelleri ve diplomatik suskunlukla beslenen güçler bu çocukların etrafında dönüp duruyor. Bazıları bu katliamı bizzat organize ederken, bazıları ise sessizliğiyle ona alan açıyor.
Nitekim Filistinli çocukların acıları artık bir estetik nesne, bir medya malzemesi, bir ödül potansiyeli olmaktan çıkarılmalı. Bu acılar karşısında duyulan hayranlık değil, öfke ve eylem üretmeli. Malum akbabaların emriyle ölen Filistinli çocukların bedenleri, dergilerin, sosyal medyanın ya da ödül jürilerinin vitrininde sergilenecek görüntüler değil. O kareler, bir çağrıdır. O çocukları takip eden akbabalara karşı; onları “açık hava hapishanesine” koyanlara adaletin taşı atılmalıdır.
Filistinlilerin yaşadığı dehşet gerçektir. Bu dehşetin tanıkları olarak iki seçeneğimiz var: Filistin halkının yanında durup soykırıma karşı sesimizi yükselteceğiz ya da bir halkın göz göre göre yok oluşuna sessiz kalarak bu suça ortak olacağız. Susan Sontang’ın Regarding the Pain of Others (Başkalarının Acısına Dair) adlı kitabında yazdığı gibi, “Bu derece büyük acıların görüntülerine bakmaya hakkı olanlar, bu acıları hafifletmek için bir şeyler yapabilecek olanlar ya da bu acılardan ders çıkarabilecek olanlardır. Geri kalanımız, öyle olmak istesek de istemesek de sapığız.”
Dünyanın acıyı hafifletmek için yapabileceği çok şey var. Öğrenmenin zamanı değil. Bir yılı aşkın bir süredir İsrail’in Gazze’ye, Batı Şeria’ya ve ötesine yönelik saldırılarının acımasızlığına tanık oluyoruz. Oysa biz bu acının sahnelenmesine değil, son bulmasına tanık olmalıyız. Çünkü izlemekle yetinmek, yalnızca utancı büyütür.
0 Yorum