Katolik kilise lideri Papa Franciscus hayatını kaybetti. Dünyanın dört bir yanından Vatikan’a taziye yağmur yağdı. Özellikle Batı’nın sekülerleşmiş ve “yeni nesil” Katolikleri bu isme çok derin anlamlar yükledi. Ayrıca Gazze, göçmenlik ve iklim gibi konularda sık sık açıklamalarda bulunan Papa, bu duruşları nedeniyle Batı basınında övüldü.
Papa Franciscus, İbrahim Evi projesi çerçevesinde Müslüman dünyasına da yaklaştı. Bu yakınlık aslında laik Müslümanlar için geçerlidir dersek daha doğru bir çıkarım yapmış oluruz. Kendisi sıklıkla LGBTQ konularında uzlaşmacı olarak tanımlanmıştır. 2013 yılında Vatikan’da bir “eşcinsel lobisinin” varlığı sorulduğunda, “Eğer bir kişi eşcinselse ve Tanrı’yı arıyorsa ve iyi niyetliyse, ben kimim ki o kişiyi yargılayayım?” şeklinde yanıt vermiştir.
Papalık ve İdeolojik Savaş
Ölen Papa, birçok çevrede evrensel bir sevgi figürü olarak adeta kutsallaştırıldı. Öyle ki Müslüman hareketler bile taziye mesajı yayımladı. Buna karşılık bir taziye mesajı yayınlayan İsrail, mesajını apar topar sildi. Papa Franciscus’ın ABD Başkanı Donald Trump’la da inişli çıkışlı bir ilişkisi vardı; ikili 2016’da göç ve önerilen sınır duvarı konusunda makamlarını adeta bir muhalefet kürsüsüne dönüştürdüler.
İşte Franciscus’ın bu tür siyasi çıkışları, onu Batı’daki muhafazakâr ve aşırı sağcı çevreler nezdinde sevilmeyen bir figüre dönüştürdü. Kendi ülkesi Arjantin’de dahi, Başkan Javier Milei, 2023 seçim kampanyasında onu “yeryüzündeki kötülüğün temsilcisi” olarak tanımladı. Avrupa’da yükselişe geçen sağcı hareketlerin de benzer düşünceler taşıdığı tahmin edilebilir.
Papa’nın etrafındaki bu tartışmalı hava, Katolik dünyasının kendi iç dinamiklerine de sirayet etti. Papa Franciscus Papalık döneminde, sağ görüşe karşı açık bir tavır takındı; liberal görüşleriyle öne çıkan piskoposları sistemli bir şekilde Kardinalliğe taşıyarak Vatikan’ın teolojik ağırlık merkezini sola çekmeye çalıştı.
Kasım 2023’te, Papa Franciscus, muhafazakâr Amerikalı Kardinal Raymond Burke’ü Malta Tarikatı’nı denetleme görevinden aldı. Burke, Katolik dünyasında özellikle Amerika’daki muhafazakâr kesiminin önde gelenlerden olup Francis’in papalık reformlarına karşı çıkan Katolikler için adeta bir simge haline gelmişti. Aynı yıl, Teksas Tyler Piskoposu Joseph Strickland de geleneksel Kilise öğretilerinden sapmalarına karşı net bir duruş sergilediği için görevinden alındı.
Hatırlatalım ki Papa Franciscus Obama yönetimi sırasında önemli bir etkiye sahip olan liberal lobilerin etkisi altında bir dönemde papalığa yükseldi. Ancak bugün, Trump dönemiyle yükselen muhafazakârlık ve Avrupa’da aşırı sağın yeniden ivme kazanmasıyla siyasi dinamiklerin tamamen tersine döndüğü görülüyor. Katolik Kilisesi’nde artık bu yeni sağcı grupların, muhtemelen bir sonraki Papa’dan hem ruhani bir onay hem de siyasi uyum bekleyecekleri aşikâr. İsrail yanlısı ve muhafazakâr çevrelerin kendi dünya görüşleriyle uyumlu bir Papa için baskı yapacakları da öngörülebilir.
Papa Franciscus’ın siyasi esnekliği ve uzlaşmacı tutumu, önümüzdeki papalık konklavına kadar büyük bir etki yaratacak gibi görünüyor. Özellikle yeni papanın seçilmesi öncesinde yapılacak “Genel Kongreler”de, Francis’in yönlendirdiği siyasi çizginin belirleyici olacağı bekleniyor. Unutulmamalıdır ki, 2013 yılındaki yolsuzluk krizi, konklav öncesi tartışmaları derinden etkileyerek sosyoekonomik adalet savunucusu olan Franciscus’ın papalığa yükselmesini sağlamıştı.
Bu güncel tartışmalar, papalık seçimindeki arka oda manevralarını dramatize eden ve 2024 yapımı The Conclave adlı filmdeki hikâyeyi anımsatıyor. Film, sol ve sağ eğilimli kardinallerin, kendi ideolojik çizgilerine uygun bir Papa seçebilmek için verdikleri mücadeleyi gösteriyor. Ancak artık bu kurgu unsurlarının gerçeğe dönüştüğü, Katolik kelisesinin Kutsal Makam’ını çevreleyen gerilimlerle paralellik gösterdiği aşikâr.
Önümüzdeki oylamada ideolojinin daha ağır basması beklenirken siyasi güçlerin de süreci etkileme arzusunda olduğu görülüyor. ABD Başkan Yardımcısı JD Vance’in Paskalya’da Vatikan’a yaptığı son ziyaret, muhafazakâr çevrelerin Vatikan ile daha yakın ilişkiler kurma çabası olarak yorumlanabilir.
Sağcı Papalıkta Ne Olur?
Papalığın Batı aşırı sağ ile aynı çizgiye gelmesiyle özellikle geçmişteki haçlı seferlerinin hatırlattığı anlamda bir paralellik kurmak mümkün değil. II. Urban’ın (ö. 1099) çağrıştırdığı türde bir haçlı seferi, kesinlikle bugünün koşullarına uymuyor. Ancak tarih, papalığın teolojik hoşgörülerinin ve dini söylemlerinin zamanın siyasi diline nasıl kolayca uyarlanabileceğini hatırlatıyor. Bugün, Batı’da yükselen aşırı Hıristiyan milliyetçiliği akımları, Müslüman azınlıklara yönelik tehditkâr bir söylemi güçlendiriyor; yabancı düşmanlığını teşvik ediyor ve “büyük değişim” doktrinini savunarak modern bir “haçlı seferinin” izlerini sürüyor olabilir.
Tarihte Franciscus döneminde Papalığın sunduğu nazik imajın, her zaman benimsenmiş bir çizgi olmadığı görülüyor. Daha yakın bir geçmişte, 2006 yılında Papa 16. Benedikt, Almanya’da verdiği bir konferans sırasında, İslam’ı “acımasız” olarak nitelendiren ve hem Peygamber Muhammed’i hem de Kuran’ı aşağılayan bir 14. yüzyıl Bizans imparatoruna atıfta bulunmuştu. Bu açıklama, dünya çarpında öfkelere yol açmıştı. O dönemin Kardinali Jorge Bergoglio (daha sonra Papa Franciscus ), bu konuşmayı kınasa da, bu tür olaylar, muhafazakâr bir papalık altında nelerin geri dönebileceğine dair fikirler veriyor.
Vatikan ve Siyonizm
Sağ eğilimli bir papalık döneminin en muhtemel sonuçlarından biri, Vatikan ile Siyonist çıkarlar arasındaki ittifakın daha da derinleşmesidir. Papa John Paul II ve Papa Benedict XVI, İsrail ile ilişkileri önemli ölçüde güçlendirmişti. Papa Francis de papalığa başlarken gösterdiği iyi niyet jestleriyle, 2014 yılında İsrail’i ziyaret ederek bu çizgiyi sürdürmüştü. Eğer bir sonraki Papa, muhafazakâr bloktan çıkarsa analistler bu ilişkilerin daha da güçlenerek devam edeceğini öngörüyor.
Bu durumun içerdiği ironi oldukça çarpıcıdır. Tarihsel olarak Katolik Kilisesi, Yahudi halkının en şiddetli kurumsal düşmanlarından biriydi. Ancak yeni dünya düzeni, bu durumu köklü bir şekilde yeniden şekillendirdi. 1965’teki İkinci Vatikan Konsili, “İsa’nın çarmıha gerilmesi”nden dolayı kolektif Yahudi suçluluğu kavramını reddeden, Yahudileri “Tanrı’nın en sevdiği” halk olarak onaylayan Nostra Aetate bildirgesini yayınladı.
Elbette Kilise tarihi, teolojik uyumun hiçbir zaman siyasi ittifak için bir ön koşul olmadığını da gösteriyor. Papa X. Gregory 13. yüzyılda Müslüman güçlere karşı bir Katolik-Moğol koalisyonu kurmaya çalışmıştır. Yüzyıllar boyunca Papalık, İslam’a karşı koymak için Hıristiyan olmayan oluşumlarla bile defalarca stratejik ortaklıklar peşinde koşmuştur. Bu çerçevede 2025 yılında aşırı sağcı bir papa, batıdaki sağcıların gündemine ruhani destek sunabilir. Potansiyel olarak Müslüman topluluklara, özellikle de Avrupa’dakilere karşı ortak bir kampanyada Siyonist güçlerle ittifak kurabilir.
Nihayetinde ister ilerici ister muhafazakâr bir papa olsun, Müslümanlar -hem Batı’da hem de ötesinde- uyanık kalmalıdır. Allah Teâlâ’nın bize hatırlattığı gibi: “Sen onların dinlerine uymadıkça ne Yahudiler ne de Hıristiyanlar senden asla hoşnut olmazlar.” (Bakara, 2:120)
0 Yorum