13 Haziran 2025 sabahında, ABD Başkanı Trump’ın “On İki Günlük Savaş” adını verdiği İran-İsrail savaşı başladı. Trump bu ifadeyle, İsrail’in Mısır ve Suriye’ye karşı Haziran ayında başlattığı ve Sina Yarımadası ile Golan Tepeleri’ni işgal ettiği, o dönem “Altı Gün Savaşı” olarak adlandırılan savaşa atıfta bulunuyordu.
İran-İsrail İlişkilerine Kısa Bir Bakış
İran-İsrail ilişkileri son derece karmaşık görünmektedir. 2003 yılında Saddam Hüseyin’in Irak’ta devrilmesi ve Amerikan kuvvetleri ile müttefiklerinin ülkeye girmesi, İran’ın bölgesel olarak güçlenmesinin ve ilk olarak Irak’ta yayılmasının başlangıcı oldu. İran, Humeyni döneminin başlarından itibaren Hafız Esad’ın, ardından da oğlu Beşar Esad’ın yönetimindeki Suriye rejimiyle ittifak kurmuştu. İran’ın bölgesel genişleme çabaları, Güney Lübnan’daki Hizbullah’ı destekleyip güçlendirmesiyle ve Yemen’de Husilere verdiği güçlü destekle doruğa ulaştı.
Sadece iki yıl önce bu haritaya bakan biri, İran’ın Hürmüz Boğazı (Basra Körfezi’nde) ve Babü’l-Mendeb Boğazı (Kızıldeniz’de) gibi stratejik deniz geçitlerini kontrol ettiğini, Doğu Akdeniz’de İsrail’i tehdit ettiğini ve Gazze’deki Hamas hareketine en azından maddi destek ve medya desteği sağladığını görecekti.
Ancak dikkat çekici olan, 7 Ekim 2023’te Hamas’ın başlattığı “Aksa Tufanı” operasyonunun, İsrail’i ve arkasındaki ABD’yi, artık Hamas ile onun baş destekçileri olan İran, Hizbullah ve Husiler arasında kaçınılmaz bir savaşın başladığına neredeyse kesin olarak inandırmasıdır. Bu, aynı zamanda Batı ve ABD ile – İsrail’i Orta Doğu’da bir “Haçlı ileri karakolu” olarak gören – bu eksen arasında bir cepheleşmeyi de beraberinde getirmiştir. Böylece bölgedeki İslam halklarının ve devletlerinin birleşmesini ya da ittifak kurmasını engellemek için yürütülen ve Osmanlı Devleti’nin yıkılması ve Balfour Deklarasyonu’yla başlayan yüz yılı aşkın bir plan, günümüze kadar başarıyla sürdürülmüştür.
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, bu durumu fırsata çevirdi. İsrail hükümetindeki aşırı sağcı müttefiklerinin sınırsız desteğiyle, “Vaadedilmiş Topraklar” kehanetlerine, Nil'den Fırat'a kadar genişlemeye, Filistinlilerin tarihî haklarının yok edilmesine ve onların Endülüs Müslümanları gibi tamamen sürülmesi gerektiğine inanan bu çevreler arasında öne çıkan isimler; Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir, Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, Dışişleri Bakanı Israel Katz ve İsrail ordusunun üst düzey generalleri yer almaktadır.
Bu grubun planı, Hizbullah’ın üst düzey liderlerini peş peşe gerçekleştirilen istihbarat ve askerî operasyonlarla hedef alarak ortadan kaldırmakla başladı. Bu operasyonlar sonucunda, otuz yıldır partinin liderliğini yürüten Hasan Nasrallah öldürüldü ve Hizbullah’ın birçok silah deposu vurularak örgüt zayıflatıldı. Neticede Hizbullah geri çekilmek zorunda kaldı, ateşkes anlaşmasını kabul etti ve bölgesel meselelere karışmayacağına dair taahhütte bulundu.
Bölgedeki Güncel Gelişmeler
Bu gelişmelerin ardından Aralık 2024’te Beşşar Esad rejimi çöktü ve yerine Ahmed Şara başkanlığında yeni bir hükümet geldi. Yeni yönetim, İran’ın Suriye’deki etkisine son vererek diplomatik ilişkileri tamamen kesti. Bugün İran, Suriye halkının gözünde – Suriye devrimi sırasında işlediği katliamlar nedeniyle – bir numaralı düşman olarak görülmektedir.
Suriye rejiminin çökmesi ve Hizbullah’ın yenilgiye uğramasıyla, İran bölgesel projesindeki en önemli ve en büyük iki destekçisini kaybetti. Bu gelişmelerin ardından, yalnız kalan İran’a destek vermeye devam eden tek güç, Yemen’den İsrail yönüne roket fırlatmaya çalışan Husi hareketi oldu. Husiler, Gazze’ye destek amacıyla İsrail’e giden birçok gemiyi Kızıldeniz’de hedef aldı. Bu saldırılar üzerine ABD, İngiltere ve İsrail güçleri harekete geçerek Hudeyde Limanı’nı, Sana Havalimanı’nı ve Kuzey Yemen’de Husilerin kontrol ettiği birçok başka noktayı bombaladı. Şüphesiz bu saldırılar, Husi güçlerinin ciddi şekilde zayıflamasına neden oldu.
Böylece İran, bölgedeki uzantılarından yoksun ve yalnız kaldı. Bu süreçte, Amerikalılar ve İsrailliler, casusları aracılığıyla İran’ın nükleer bomba üretimine sadece birkaç hafta uzaklıkta olduğunu öğrendiler. Bu durum, ABD ve İsrail açısından Orta Doğu’daki mutlak hâkimiyetlerini ve bölgenin iç işlerine müdahalelerini sürdürme açısından bir “kırmızı çizgi” olarak kabul ediliyordu. İran ile Amerika arasında Umman Sultanlığı’nda iki ay süren müzakerelerin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından, İsrail ani bir askerî operasyon başlattı.
Savaşın Askeri Boyutu
Gerçekte, İsrail Hava Kuvvetleri sadece birkaç saat içinde büyük bir etki yarattı. Beşinci nesil hayalet savaş uçakları olan F-35’ler, gelişmiş F-16 ve F-15 modelleri ile havada yakıt ikmali yapabilen uçaklara sahip olmaları sayesinde, İran hava sahasına girmeden güvenli mesafelerden birçok nükleer tesisi hedef almayı başardılar.
Bu saldırılar kapsamında, İsfahan, Fordo, Natanz, Arak ve Tahran’ın güneyindeki Parçin nükleer tesisleri vuruldu. Aynı zamanda başkent Tahran’daki Devrim Muhafızları'nın karargâhları, üst düzey komutanlar ve nükleer bilim insanlarının bulunduğu noktalar hedef alınarak pek çok üst düzey insan öldürüldü. Ayrıca Tebriz Havalimanı, Kirmanşah şehrindeki balistik füze depoları ve fırlatma rampaları vuruldu. İsrail uçakları, İran’ın farklı bölgelerinde yer alan birçok füze fırlatma rampasını da etkisiz hale getirmeyi başardı.
Amerikan desteğiyle hareket eden İsrail hava kuvvetleri, İran’ın iç bölgelerine kadar ilerleyerek doğudaki Afganistan sınırına yakın Meşhed kentindeki bazı hedefleri de başarıyla imha etti.
Öte yandan İran, İsrail’deki birçok stratejik askerî hedefi vurmayı başardı. Bunlar arasında Ben Gurion Havalimanı, Hayfa’daki liman ve petrol rafinerileri yer aldı. İran füzeleri ayrıca Kayserya, Beerşeva, Ramat Gan, Petah Tikva, Rishon LeTsiyon, Bnei Brak ve Bat Yam gibi şehirlere ulaştı.
Bunlara ek olarak, İsrail’in kamuoyuna açıklamadığı birçok askerî ve hava üssü de hedef alındı. İran füzeleri, Tel Aviv’in merkezinde bulunan ve “Kirya” olarak bilinen İsrail Savunma Bakanlığı yerleşkesini de vurdu. Dahası, İran Tel Aviv yakınlarındaki Rehovot kentinde bulunan ve Tahran tarafından “İsrail’in nükleer beyni” olarak görülen Weizmann Bilim Enstitüsü’nü de hedef alarak buraya ağır hasar verdi.
ABD’nin müdahalesi, Amerika’dan ve Hint Okyanusu’ndaki San Diego Üssü’nden havalanan B2 tipi stratejik bombardıman uçaklarıyla gerçekleşti. Bu uçaklar, 60 metre ve daha fazla derinliğe nüfuz edebilen, yaklaşık 15ton ağırlığında devasa sığınak delici bombalar taşıyordu. Bu saldırılarla, İran’ın Kum kentinin güneyinde yer alan son derece korunaklı Fordo nükleer tesisine ağır darbeler indirildi. Bu saldırıdan on gün kadar sonra, İran Dışişleri Bakanı yaptığı açıklamada, tesisin ciddi hasar gördüğünü kabul etti.
Ateşkes Süreci ve Sonuç
Ertesi gün, ABD Başkanı Trump İran ile İsrail arasında ateşkesin sağlandığını duyurdu. Bu gelişme, İran’ın Katar’daki büyük Amerikan üssü olan Udeyd Hava Üssü’ne yönelik sembolik füze saldırısından sonra geldi. Ancak bu ateşkes oldukça kırılgan ve zayıf görünüyor; çünkü İran, ABD ve İsrail saldırılarından önce zenginleştirilmiş uranyum stokunu korumayı başardı. Savaşın sona ermesinin hemen ardından, İran Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı ile ilişkilerini kesti. Ajans, İran’ın nükleer tesislerini ve stok miktarlarını denetliyordu.
Ayrıca, İran’a ait deniz mayın gemilerinin Hürmüz Boğazı'na yaklaştığına dair bilgiler sızdı. Bütün bu gelişmelerin ardından Trump ve Netanyahu yeniden açıklama yaparak, İran’ın hiçbir şekilde nükleer bomba üretmesine izin vermeyeceklerini vurguladılar.
Belki de İran, Amerika ve İsrail’in nihai hedefinin, mollalar rejimini devirmek ve 1979’daki İran İslam Devrimi’nde tahtını kaybedip ülkeyi terk eden Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin oğullarından birini yeniden iktidara getirmek olduğunu fark etmiştir. Böylece bu kişi, Batı’nın ve İsrail’in bölgede kolayca yönlendirebileceği bir figür haline gelecek ve "İbrahim Kalkanı" projesi hayata geçirilecektir. Bu proje, Körfez ülkeleriyle, Suriye, Lübnan, Mısır ve Ürdün dâhil olmak üzere birçok Arap devletiyle tam kapsamlı normalleşmeyi amaçlamakta ve İsraillilerin bölgenin yeni efendileri haline gelmesini hedeflemektedir. İran dosyasının kapanmasının ardından, Siyonistlerin Arap ve İslam dünyasında daha derin nüfuz kurması beklenmektedir.
Önümüzdeki gün ve aylarda Orta Doğu’daki gelişmelerin nasıl şekilleneceğini göreceğiz. Zira bölgenin olaylarını öngörmek kolay değildir; özellikle Gazze’de Siyonistlerin yaptıkları, İran’la yeniden yaşanabilecek gerginlikler, Körfez’de artan tansiyon ve Hürmüz Boğazı’nın kapanma ihtimali gibi durumlar, enerji fiyatlarının küresel ölçekte yükselmesine yol açabilir.
*Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve İdrakpost editöryal politikasını yansıtmayabilir.
0 Yorum