editorbet giriş Deneme Bonusu veren siteler editorbet giriş

Modern Çağda Bireyselcilik Krizi ve Toplumsal İlişkiler Üzerindeki Etkisi

Çağdaş dünyada, özellikle teknolojik ve dijital gelişmelerle birlikte yaşanan hızlı değişimler karşısında, insani ilişkilerin özünü tehdit eden bir kriz ortaya çıkmıştır. Duygusal ve sosyal bağlar, insanların hayatındaki temel direkler olmaktan çıkıp geçici deneyimlere dönüşmüştür. Bu kriz, işbirliği ve ortak sorumluluk yerine kişisel çıkar ve bencilliğe dayalı ilişkilere yol açan bireyselcilik ve benmerkezciliğin yayılmasından kaynaklanmaktadır. Peki bu dönüşüme ne sebep oldu? Modern çağda ilişkilerin zayıflamasına katkıda bulunan faktörler nelerdir?

Bireyselciliğin Doğuşu ve Gelişimi:

Araştırmacı Mustafa Aşur’un “Bireyselcilik ve Çağdaş İnsanın Krizi” makalesinde, bireyselciliğin sanayi toplumlarıyla belirginleştiği vurgulanmaktadır. Sanayi Devrimi’nin getirdiği göç, insanları kendine güvenmeye zorlamıştır. 20. yüzyılın başlarında bireyselcilik, Amerikan ve Fransız felsefelerinde kabul gördü ve yayıldı. Bu anlayış, bireyi mutlak bir değer olarak görerek bağımsız düşünce ve kişisel faydaya dayalı kararlar almaya teşvik etti. Bireyselciliğin yayılması, özellikle kapitalizm gibi ekonomik sistemler ve liberalizm ile demokrasi gibi siyasi ideolojiler tarafından desteklendi.

İlginç olan, İngiliz filozof Bertrand Russell’ın “Neye İnanıyorum” kitabında, Hristiyanlığın “bireysel kurtuluş” üzerine odaklanması ve insanın toplumdaki rolünü ihmal etmesi nedeniyle bireyselciliği güçlendirmeye katkıda bulunduğunu düşünmesidir. Bu, Batı toplumlarını içe dönük ve bencil hale getirdi; toplumdan çok kişisel çıkarlarıyla ilgilenir oldular.

Bunun sonucunda, insan kendine yöneldi ve büyük ideolojilerin tarihsel hayal kırıklıklarından sonra herhangi bir dış standart veya fikre boyun eğmeyi reddetti. Bu ideolojiler kurtuluş vaat etmiş ancak sözlerini tutmamıştı: Milliyetçilik, on milyonlarca insanın hayatını alan iki dünya savaşının arkasındaydı; komünizm uygulandığında insan için bir hapishaneye dönüştü; kapitalizm sömürüyü teşvik etti ve dini deneyimler çoğunlukla korkutucuydu. Tüm bu trajediler insanı yalnızca kendine güvenmeye itti.

Her bireyin kendine kapanmasıyla, toplum parçalandı ve insanlar aralarında ayrılık yaratan her mekanizmayı ve felsefeyi desteklemeye başladı. Bu durum, bencilliğin yayılmasına ve sosyal sorumluluklardan kaçınma isteğine yol açtı. Bu eğilim, evliliğin azalması ve bireylerin aile içindeki rollerini terk etmesiyle kendini göstermektedir.

Bireyselcilik ve Evlilikteki İlişki:

Modern toplumlarda duygusal ilişkiler, bireyselcilik ve kişisel özgürlük değerlerinin yükselişiyle radikal bir değişim geçirdi. Bir zamanlar işbirliği, dayanışma ve ortak sorumluluk değerleri üzerine kurulu olan evlilik, artık bireylerin kendi ihtiyaçlarını karşılamayı ve kendilerini gerçekleştirmeyi amaçladıkları geçici bir projeye dönüştü. Bu dönüşüm, sağladığı özgürlüğe rağmen, boşanma oranlarının artması ve ailelerin dağılması gibi yeni zorlukları da beraberinde getirdi.

Sosyolog Zygmunt Bauman’a göre, geçici ilişkiler kurma eğilimi, geleneksel evliliği karakterize eden duygusal ve maddi sorumluluklardan bir kaçış biçimini yansıtıyor. Duygusal bağlılık ilişkilerin temel taşı sayılırken ve insanlar iş ortaklığı ve aile kurma gibi pratik ve sosyal nedenlerle evlenirken, yeni nesiller artık bu sosyal baskılardan kurtulmuş durumda. Artık ne zaman ve kiminle ilişkiye gireceklerini belirleme konusunda mutlak özgürlüğe sahipler- bu ister evlilik yoluyla, ister açık ilişkilerle, isterse bekar kalarak olsun.

Bu yeni ilişki kalıplarının Batı toplumunda yaygınlaşmasıyla, geleneksel modeli benimseme eğilimi azaldı. Erkekler, uzun vadeli aile yükümlülüklerini üstlenmeden isteklerini karşılamak için resmi evlilikten uzaklaşmaya başladılar. Aynı zamanda, kadınlar da özellikle kadının özerkliği kavramını güçlendiren modern feminist hareketlerin sağladığı destek sayesinde bu değişimden etkilendiler. Bu hareketler, kadınları evlilik ve aileyle ilgili geleneksel rollerden kurtarmayı ve evliliği sosyal ve dini bir görev olarak gören toplumsal yükümlülükleri reddetmeye teşvik etmeyi amaçladı.

Bu hareketler, kürtaj hakları ve cinsel özgürlüğü savunarak kadınlarla ilgili yasa ve düzenlemeler üzerinde büyük bir etki yarattı. Hem kadınlar hem de erkekler arasında bireyselcilik duygusunun güçlenmesiyle, eşler arasındaki geleneksel bağlar zayıfladı, bu da aralarındaki çatışmayı körükledi ve ailenin parçalanmasına katkıda bulundu.

Medyanın ve Teknolojinin Bireyciliği Güçlendirmedeki Rolü:

Medya ve teknoloji, sinema, televizyon ve internet gibi çeşitli platformlar aracılığıyla çağdaş değerleri ve sosyal bilinci şekillendirmede büyük bir güç oluşturmaktadır. Medya, olumlu veya olumsuz mesajlarıyla çift taraflı bir kılıç gibi işlev görmektedir; sağlıklı sosyal değerleri güçlendirip pekiştirebileceği gibi, onların yıkılmasına da katkıda bulunabilir. Bu bakış açısıyla, medya ve teknolojinin toplumdaki bireysel kimlik üzerindeki etkisi artmıştır. Medya, bireysel zevklere ve şöhrete dayalı bir yaşam tarzını teşvik ederek, mutluluğun kendini gerçekleştirme ve aşırı tüketim yoluyla elde edildiği fikrini kitlelerin zihnine yerleştirmektedir. Bu da narsisizm kültürünü ve genel çıkar ile sosyal ilişkiler pahasına benmerkezciliği güçlendirmektedir.

Çağdaş Mısırlı düşünür Abdülvehhab el-Müsiri’nin belirttiği üzere bireylerdeki artan güç duygusunun bireyselliğe ve bağımsızlığa yönelik eğilimi güçlendirmektedir. Teknolojinin avantajlarına rağmen, güç ve başarı duygusunu artırarak aile içindeki bireyselciliği derinleştirmektedir. Bireyler aynı çatı altında yaşamalarına rağmen izole bir şekilde yaşamaktadır, doğrudan iletişim yerine iletişim teknolojisine bağımlı hale gelmektedirler. Artık eskisi gibi televizyon etrafında toplanma olmamaktadır; bunun yerine her birey odasında izole olmaya eğilim göstermekte ve iletişim için cep telefonlarını tercih etmektedir. Bu da insan ilişkilerinin çözülmesine ve aile değerlerinin çökmesine yol açmaktadır.

Sherry Turkle, “Yalnız Birliktelik” adlı kitabında, teknolojinin artık sosyal ilişkilerimizi mühendislik ettiğine işaret etmektedir. İnsan, sosyal medya sayfasında yüzlerce hatta binlerce arkadaşa sahip olabilir, ancak kendi ailesi içindeki ilişkilerini yönetmekte başarısız olabilir, bu da büyük bir yalnızlığa yol açar. Teknoloji insanın boşluğunu doldurmakta, ancak insanlar ne yalnız kalabilmekte ne de birlikte olabilmektedir. Bu çelişki karşısında cep telefonu bir çözüm sunmaktadır; ancak bu, insan ilişkileri için yıkıcı bir çözümdür. Bu durum, bireyleri başkalarıyla gerçek iletişim kuramaz hale getirmekte ve insan ilişkilerini parçalanmaya ve çökmeye doğru itmektedir.

Bireyselcilik Çağında Sosyal İlişkiler:

Modernizmin ortaya çıkışıyla birlikte, modernist felsefe bireyin değerini yükseltmiş ve sosyal varlıkların rolünü azaltmıştır. Bu, bireyin geleneksel toplumdan modern topluma geçişine katkıda bulunmuş ve özgürleşmesini ve bağımsızlığını desteklemiştir. Bireyselcilik eğilimi, 18. yüzyılda Avrupa’da Avrupa değerlerinin ve liberalizmin temel bir parçası olarak ortaya çıkmıştır. Filozof Thomas Hobbes, modernizmin bireyin kısıtlamalardan kurtulmasını desteklediğini vurgulamıştır.

Liberal düşünce sadece özgürlük çağrısı değil, aynı zamanda bireyselciliğe de bir çağrıdır. Birey rasyonel ve kendi çıkarını belirleyebilecek kapasitede kabul edilir. Bununla birlikte, bireyin özgürlüğü yasalar ve toplumsal çıkar çerçevesinde saygı görmelidir. Düşünürler, rasyonelliğin liberal felsefedeki bireyselciliğin temel yönlendiricisi olduğunu düşünmektedir.

Artan bireyselcilik eğilimi ile bireylerin yalnızlığa meyletme ve sosyal ve aile bağlarına daha az önem verme eğiliminin arttığı gözlemlenmektedir. Bu, toplumsal uyum için bir tehdit oluşturmaktadır. Önceden sosyal etkileşimin temel direği olan aile, değer ve statüsünde gerileme yaşamaktadır. Bireyler arasındaki ilişkiler büyük ölçüde kişisel çıkarlara odaklanmakta; her taraf, diğerini kendi ihtiyaçlarını karşılamak için kullanmaya çalışmaktadır. Bu ihtiyaçlar maddi veya duygusal olabilir.

Zamanla, bu ilişkiler dağılma riski altına girer, özellikle taraflardan biri diğerinin artık taleplerini karşılamadığını veya bu sömürüyü azaltmaya başladığını hissettiğinde. Bu eğilim karşılıklı güvenin erozyonuna yol açar, ilişkilerin sürekliliğini tehdit eder ve sosyal bağların dayandığı temelleri zayıflatır.

Çözüm

Modern toplumlarda aşırı bireyselciliğin ortaya çıkardığı duygusal ve sosyal zorluklar karşısında, İslam, insanın kendisine, toplumuna ve Yaratıcısına karşı bireysel hakları ve sorumlulukları arasında denge kuran bütüncül bir yaşam vizyonu sunar. Bu vizyon, maddi değerlerin ötesine geçerek, birey ile toplum arasındaki dengeyi teşvik eden ve insan ilişkilerini düzenleyen manevi ve ahlaki boyutları vurgulayan kapsamlı bir sistem sunar.

İslam, diğer tüm ilişkileri düzenleyen temel bir öz olarak Allah ile ilişkiyi tesis ederek başlar. Manevi boyut, bireye kişisel hakları ile başkalarına karşı sorumlulukları arasında denge kurmasını sağlayan ahlaki bir çerçeve sunar. Bu çerçeve, insanın bencilliğe kaymasını önler ve bunun yerine, adalet ve karşılıklı saygı ilkeleri üzerine kurulu uyumlu bir toplumun inşasına katkıda bulunan işbirliği ve dayanışmayı teşvik eder.

İslam, insanı yeryüzünde Allah’ın halifesi olarak görür ve onu ilahi bir yöntem doğrultusunda dünyayı imar etmekle görevlendirir. Çalışma, üretim ve yaratıcılık, toplumun bütününün mutluluğunu sağlama sorumluluğunun bir parçasıdır. İslam’da ibadet sadece dini ritüellerle sınırlı değildir; bireyin ve toplumun ıslahına katkıda bulunan her türlü eylemi kapsar. İslam, bilim, çalışma ve nefsin terbiyesini, yaşamın maddi ve manevi yönleri arasında bütünlük sağlamanın araçları olarak görür.

İslam, birey ile toplum arasında denge kuran, insanı şehvetlerin ve bencilliğin köleliğinden kurtararak insan onuru ve sosyal adalet çerçevesinde yaşamasını sağlayan bir toplum inşa etmeyi amaçlar. Bu kapsamlı vizyonla İslam, modern çağdaki bireyselcilik zorluklarıyla yüzleşen, iman ve ahlak temelli, haklar ve sorumluluklar arasında denge kuran bir toplum modeli sunar.