Bugünlerde medyada 24 saat boyunca Rusya’nın tarihinin ve güvenliğinin bir parçası olarak gördüğü Ukrayna'ya saldırılar düzenlediği haberleri yer almaktadır. Yaşanan savaş dünya gündeminin birinci sırasını işgal etmektedir. Olayın temelinde Ukrayna’nın NATO üyeliği meselesi ve Rusya’nın bu durumu kendisine bir tehdit olarak algılaması yatmaktadır. Nitekim Rusya, Ukrayna’nın NATO üyeliğini hiçbir koşul altında kabul etmeyecek gibi gözükmektedir. Bu kanlı ve bir o kadar da barbar senaryo; Suriye, Libya, Kırım, Güney Osetya, Abhazya, Çeçenistan ve Dağıstan gibi farklı coğrafyalarda birçok kez oynanmıştır. Bu acımasız senaryonun sonu, her seferinde Rus makinelerinin ortalığı kan ve gözyaşına mahkûm ettiği üzücü sahne ile bitmiştir.
Rusya, eski imparatorluğun ihtişamını yeniden elde etme amacındadır. Bu yüzden çevresindeki ülkelere tarihin eski dönemlerinde de birçok kez saldırgan bir politika izlemiştir. Batıda Balkanlar, Orta Avrupa’da Slav halkları, Kafkasya’da Hazarlar, Güneyde Türk, Arap ve İranlı Müslümanlar Rusya’nın bu bencil ve saldırgan politikalarının defalarca hedefi olmuşlardır.
Ruslar, MS 10. yüzyılın sonunda Ortodoks Hıristiyanlığa girdikleri döneme gelinceye kadar, pagan evresindeki erken tarihleri hakkında pek bir şey yazmadılar. Ruslar bu dönemde cinayetle, kanla, ceset parçalarıyla yaşayan bir toplumdu. Bu toplumda din ve medeniyetin yeri yoktu. Okuma bilmiyorlardı ve herhangi bir kültüre sahip değillerdi. Rusların tarihlerinden ciddi anlamda ilk kez bahseden kişiler Abbasi Devleti’nin altın çağını yaşadığı dönemde eser veren Müslüman ilim adamlarıdır. Rus tarihi hakkında bilgi sahibi olmak için Müslüman tarihçilerin ve coğrafyacılarının aktardığı bilgilere göz atmanın faydalı olacağını düşünüyoruz.
İbn Fadlan, Rus toplumunun yaklaşık bin yıl önce cehaletin, geri kalmışlığın ve putperestliğin karanlığında yaşadığını gözler önüne sermektedir. İbn Fadlan şöyle diyor: “Etl (Volga) nehrine inen ve ticaret yapan Rusları gördüm. Onların kırmızımsı- kahverengi palmiyeler gibi vücutları vardı. Bu şekilde kusursuz bir bedene sahip olan başka birilerini görmedim. Adamlar, iki yanından birini örten bir elbise giyiyor ve bir elini o elbiseden dışarı çıkarıyorlardı. Her birinin elinde bir baltası, bir kılıcı ve yanından ayırmadığı bir bıçağı vardı. Vücutlarında dövmelere vardı ve dövme yaptırmaktan hoşlandıklarını söylüyorlardı.
Gerçek şu ki İbn Fadlan Rusların yanında kendisini rahat hissetmedi ve bu yüzden Ruslara sert eleştiriler yöneltti. Başta temizliğe, ahlaka ve tevazua karşı ilgisizlikleri olmak üzere birçok nedenden dolayı Rus toplumu ile alakalı şu ifadeleri kullandı: “(Rusların) yüzlerini ve başlarını her gün olabilecek en pis su ile yıkamaları gerekir. Çünkü her sabah elinde büyük bir su tası ile bir cariye efendisinin yanına gelir. Efendisi orada ellerini, yüzünü ve saçını yıkar. Sonra suyun içine tükürür. Aynı suyu cariyesi de alır onun yanında aynı işleri aynı kirli su ile yapar.”
Rusların Müslüman dünyasını bakışı pagan döneminden sonraki yüzyıllarda da değişmemiştir. Adı bilinmeyen Müslüman bir coğrafyacının "Doğudan Fas'a Dünyanın Sınırları" adlı kitabında, Rusya hakkında şu ifadeleri kullandığını görüyoruz: "Rusya, kötü huylu ve kötü mizaçlı, isyancı dolandırıcılarla ve etrafındaki tüm kafirlerle savaşan, verdiği askeri mücadeleleri kazanan büyük bir ülke. Krallarına Ruslara ihanet etmeleri söylendi. Onların ülkesi bolluk içinde bir coğrafyaya kurulmuş. Bu kavim doktorları olağanüstü derecede yüceltiyor."
MS dokuzuncu ve onuncu yüzyıllarda, coğrafi ve tarihi kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre Rusların nüfusu arttı. Bu dönemde Ruslar tek bir halk değildi. Rus nüfusunu Rus, Slav, Fin ve diğer ırklar oluşturuyordu. Bu durum esasında Rusların tarih boyunca bir “ulus-devlet” olamadıklarını ortaya koymaktadır.
İslami tarihi kaynaklar, Rusların Kuzey Karadeniz'deki ülkeler, Avrupa’nın putperest ülkeleri, Güney Kafkasya ve Kuzey İran'daki Müslümanlar başta olmak üzere birçok kavim ve topluluğa karşı saldırgan ve yayılmacı bir politika sergilediğini açıkça ortaya koymaktadır.
Er-Ravzü'l-Mi'tar fi Haberi'l-Aktar adlı tarihinde Taberi; Rusların, Azerbaycan ve Kuzey İran'a yönelik saldırılarının birçoğunu aktarmıştır.
İslam kaynakları ilk hicri yüzyıllarda Güney Kafkasya için "Ruslar buralarda çok kan döktüler. Kadınlar ve çocukların namuslarına el sürüldü, servetler yağmalandı, baskınlar yapıldı ve evler yakıldı. Hazar Denizi etrafındaki milletler bu yapılanlardan dolayı ayaklandı.
İslam tarihindeki bu savaşların belki de en ünlüsü olan 463/1071’de Büyük Selçuklu İmparatorluğu komutanı Sultan Mücahid Alp Arslan ile yanında tam 200 bin asker bulunan Bizans İmparatoru IV. Romanos arasında geçen Malazgirt Meydan Savaşı’dır.Bu savaşta Ruslar Bizans tarafında yer almışlardır. Allah, bu savaşı Müslümanların kazanmasını istedi ve bunun ardından Anadolu’nun fethi gerçekleşti. Dört asır sonra da Osmanlıların İstanbul’u fethi gerçekleşti.
Bizans tarafında yer alan Ruslar ise, -Ortodoks inancının bir gereği olarak- Bizans saflarında savaşmaya yürekten ikna olmuşlardır. Hicrî yedinci yüzyıl tarihçilerinden Kemaleddin İbnü'l-Adim, ünlü “Buġyetü’ṭ-ṭaleb fî târîḫi Ḥaleb” adlı tarihi eserinde şöyle anlatır:
Alpaslan Anadolu’ya gelişinde öncü kuvvetler gönderdi. Hallat bölgesinde Büyük sancaklı Haçlılar ile karşılaştı. Bu sancağın altında Rumların arasında Ruslardan on bin kişi bulunmaktaydı. Nihayetinde savaş burada başladı. Allah Müslümanlara zafer nasip etti. Haçlıların ise yenilmesine hükmetti. Haçlıların ordusundan esirler alındı. Hallat ve Malazgirt arasında Zehra denilen bir yerde 5 Zilkade çarşamba günü Bizans İmparatoru ele geçirildi. Alpaslan 15 bin kişi idi, haçlılar 200 bin kişi idi.
0 Yorum