Kur’an ve sünnetin temelleri üzerine inşa edilmiş İslam medeniyetinin, sosyal ve mimari açıdan belirli beklentileri bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle, bir Müslüman beldesinin yalnızca rastgele yapılar yığını olamayacağı, aksine tarih boyunca belirli dinî anlayış ve fonksiyonlara hizmet eden yapıları inşa etmesinin gerekliliği aşikârdır. İşte bu noktada İslami mimari anlayışını ana hatlarıyla ele almamız gerekmektedir.
Şeriatın diğer hükümleri gibi, İslamî mimari de hayatın asli unsurlarını muhafaza etmeyi amaçlıyor: din, can, namus ve mülk... Bu sebeple, şehirlerde cami ve medreseler dinin muhafazası için merkezî bir rol oynuyorken güvenli yaşam alanları da can emniyetini sağlıyor. Mahremiyeti önceleyen ev tasarımları namus kavramını koruyorken dayanıklı, sürdürülebilir yapılar mülkiyetin teminatını sağlıyor. İşte İslam medeniyetinin kadim mimari anlayışı tam da budur!
İslam âlimleri, İslam mimarisi açısından şehirde bulunması gereken yapıları dört temel kategoriye ayırmışlardır. Birinci kategoride, toplumun dinî ve güvenlik ihtiyaçlarını karşılayan camiler, medreseler, köprüler, barajlar, surlar, kaleler ve ribatlar yer alıyor. Bunlar, bir İslam beldesinde bulunması farz olan yapılardır. İkinci kategori ise müstehaptır, yani toplumun ileri düzeydeki ihtiyaçlarını karşılayan yapılardır: minareler, çarşılar, polis merkezleri ve posta binaları gibi. Üçüncü kategori olan mübah yapılar ise dükkanlar ve sosyal yaşamı destekleyen diğer unsurları kapsıyor. Ancak İslam şehircilik anlayışı gereği, dördüncü kategoriye giren meyhaneler, tapınaklar ve fuhuş evleri haramdır ve bir İslam beldesinde yeri yoktur!
İslamî Mimari ve Mahremiyet Anlayışı
İslam mimarisi, sadece taş ve harçtan ibaret değildir; bilakis, Kur’an-ı Kerim’in öğretilerinden ilham alan bir medeniyet anlayışının tezahürüdür. Mahremiyet, estetik, denge ve güvenlik gibi temel ilkeler doğrudan yüce kitabımızda işaret edilen hakikatlerle şekillenmiştir. Nitekim Rabbimiz, Nûr suresinde şöyle buyurur:
“Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar. Bu, onlar için daha temizdir. Şüphesiz Allah, onların yaptıklarından haberdardır. Mümin kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, iffetlerini korusunlar, ziynetlerini göstermesinler…” (Nûr Sûresi, 30-31)
Bu ilahi düstur, Müslüman mimarların yalnızca bireysel hayata değil, toplumsal düzene de yön vermesini sağlamıştır. Bu ayetler sadece fıkhî bir çerçevede yorumlanmamış, aynı zamanda İslam beldelerinin ev, kapı, sokak ve oturma alanlarının tasarımına da rehber olmuştur.
Dolayısıyla bir Müslüman mimarın yapıların tasarımında komşuların özel hayatlarını göz önünde bulundurması, hane mahremiyetini ihlal etmeyecek şekilde düzenlemeler yapması gerekiyor. Ancak Batı zihniyetinde bu anlayış genellikle göz ardı edilmiştir. Öyle ki modern mimari anlayışı, mahremiyeti değil, gösterişi esas almıştır. Örneğin Hüsnü Mübarek zamanında Mısır’da İngiliz mühendisler tarafından inşa edilen gençlik konutlarında pencerelerin birbirine bakacak şekilde düzenlenmesi İslamî mahremiyet anlayışına tamamen aykırı bir tasarım anlayışının ürünüdür.
İslam Şehir Planlaması
İslam şehir planlaması, yalnızca fiziksel yapıların düzenlenmesiyle sınırlı değildir; bilakis, mahremiyet ve güvenliği esas alan bir yaşam biçiminin yansımasıdır. Müslüman şehirlerinde sokaklar genellikle eğimli ya da belirli bir noktada sonlanacak şekilde tasarlanmış, böylece kontrolsüz geçişler engellenmiştir. Ev kapılarının komşuların duvarlarına veya şehir surlarına bakacak şekilde yerleştirilmesi ise hem mahremiyeti hem de güvenliği artıran bir stratejidir. Nitekim, şehir surlarına yakın bölgelerde askerlerin ve ailelerinin ikamet etmesi, olası saldırılara karşı savunma gücünü diri tutmuştur.
Kaldı ki Batı’nın bugün “şehircilik” adı altında geliştirdiği birçok prensip aslında İslam medeniyetinden alınmıştır. Endülüs ve Mağrip yoluyla Avrupa’ya geçen “muhtesip” kuralları, yapı yüksekliklerini, bina aralıklarını ve mesafeleri düzenleyerek Batı’ya şehircilik bilinci kazandırmıştır. Fransızların şehir planlamasında benimsediği birçok ilke, aslında Toledo, Kurtuba ve Kahire gibi İslam şehirlerinden esinlenmiştir. Örneğin, Kahire’deki Zamalek mahallesinde görülen dairesel sokak düzeninin Fransız şehircilik anlayışına ait olduğu iddia edilse de bu sistem esasen Toledo gibi kadim İslam şehirlerinden alınmıştır.
Bu arada İslam mimarisinde yapılar yalnızca estetik değil, aynı zamanda fonksiyonel bir anlayışla inşa edilmiştir. Medreseler, hanegâhlar, tekke ve zaviyeler Müslüman toplumun eğitim ve ibadet merkezleri olarak yaygınlaşmış, şehir hayatının manevi ve ilmi dinamiklerini oluşturmuştur. Öyle ki İslam mimarisinin etkisi Hristiyan yapılarında dahi hissedilmiştir. Nitekim Mısır’daki Mualeka (Asma) Kilise, İslamî mimari unsurlarını taşıyan nadide örneklerden biridir. İslam mimarisinin iç ve dış mekân arasındaki dengeyi koruması, şehirlerin hem daha estetik hem de daha fonksiyonel olmasını sağlamıştır.
Kur’an-ı Kerim, yalnızca evlerin düzenini değil, şehir planlamasını ve kamu hizmetlerinin organizasyonunu da yönlendirmiştir. Elektrik, su, iletişim ve sağlık gibi temel altyapı hizmetlerinin belirli prensiplere göre düzenlenmesi İslam şehircilik anlayışının bir parçasıdır. Hz. Ömer (r.a.), fethettiği şehirlerde mahremiyeti korumak için ev girişlerinin dolambaçlı olmasını emretmiş, böylece doğrudan evin içinin görünmesi engellenmiştir. Bu tür girişlere daha sonra “Başurat” denilmiş olup kelime Farsçada “yüksek duvar” anlamına gelmektedir.
Tarihsel olarak İslamî mimarinin bir diğer önemli unsuru Hoha Kapısıdır. Büyük bir kapının içinde yer alan küçük bir kapı olan Hoha, giriş ve çıkışları belirli saatlere göre düzenlemeye yardımcı olmuştur. Şam bölgesinde bu kapılar, Kur’an-ı Kerim’in belirlediği mahremiyet saatlerine riayet edilmesi için kullanılmıştır. Aynı şekilde, İslam şehirlerinde büyük kapıların sürekli açılmasına gerek kalmadan geçişe imkân tanımış, özellikle yatsı namazından sonra halkı hırsız ve düşmanlardan koruma görevi üstlenmiştir. İşte bu incelikli düzen, İslam medeniyetinin şehircilikte dahi nasıl derin bir hikmete sahip olduğunun açık bir göstergesidir.
Sonuç
İslam mimarisi, yalnızca taş ve harçtan ibaret bir inşa faaliyeti değildir. Bilakis, toplumsal yapıyı muhafaza eden, ahlaki değerleri yücelten ve mahremiyet ilkelerini koruyan bir medeniyet tasavvurunun yansımasıdır. Müslüman şehirleri, düzensiz beton yığınlarından ibaret olamaz; her sokağı, her binası, her detayı bir hikmeti ve ahlaki disiplini barındırmalıdır.
Ne var ki günümüzde modern şehircilik anlayışı, ruhsuz gökdelenlerin ve mahremiyet tanımayan açık yapıların esareti altına girmiştir. Oysa İslam şehircilik ilkeleri, insana ve onun fıtratına uygun mekânlar inşa etmeyi emreder. O yüzden ki İslam’ın mimarlıkla alakalı ilkelerini yeniden keşfetmeli ve modern şehirlerimizi bu esaslar çerçevesinde şekillendirmeliyiz.
0 Yorum